18 Eylül 2018 Salı

Vapur, Kadıköy, Yel Değirmeni ve Güzel Bir Pazar


Zürih dönüşü Gülşah ile Kadıköy’de buluştuk. İstanbul’da sanırım en sevdiğim ulaşım aracı vapur. Şehrin bir yakasından diğer yakasına geçerken vapurun penceresinden İstanbul’u seyretmek, sonsuz maviliği gözlemlemek çok hoşuma gidiyor.
Uzun süredir popülerliği ile ön plana çıkan Yel Değirmeni’ne gitmek istiyordum. Gülşah’cığımın rehberliğinde Yel Değirmeni’ne gittik.
Yel Değirmeni mahallesi son yıllarda restorasyon ve bakımdan geçerek Kadıköy’ün uğrak noktalarından biri olmuş durumda. Ancak henüz budur diyeceğimiz bir mahalle değil. Evet çok hoş cafeler açılmış, bazı binalar restorasyondan geçmiş ama hala sokaklar arasında bir bütünlük yok. Belki ilerleyen günlerde daha iyi olabilir.
Gülşah ile hem sohbet edip hem de sokakları gezdik. Sonra baktık daha koyu bir sohbete girmek istiyoruz o zaman hoş cafelerden birini seçerek mola verdik.
Hem kahvemizi içtik hem de bolca sohbet ettik.
Mola verdiğimiz mekan Cups cafe oldukça hoştu. İşte bazı fotoğraflar…
Sonrasında biraz daha Kadıköy’de dolaştık ve acıktığımızı hissedince kokoreç yemek için Mercan’a uğradık. Biliyorum ki bir çok kişi kokoreçe mesafeli ama ben çok severim ve ne güzel ki Gülşah da çok seviyor J
Böylece güzel bir pazarı nokatalayıp, birbirimize daha sık görüşme sözü vererek ayrıldık.

13 Eylül 2018 Perşembe

Bir Dingin Şehir : Luzern


Seyahatimizin 3.gününde Zürih’e 1 saat uzaklıktaki Luzern’e gittik. Yaptığımız tren yolculuğunun ücreti son yıllarda ulaşıma verdiğimiz en yüksek ücretti. Şöyle diyeyim; ulaşım bedeli Türkiye içi uçak biletinden pahalıydı J
Peki değdi mi? Kesinlikle değdi. Luzern, ardı ardına sıralanmış dağlar arasında kalan masmavi bir göle sahip, dingin bir şehir. Şehre ayak bastığınız anda bu huzuru hissediyorsunuz.
Şehrin, sahip olduğu en önemli eser ise 500 yıllık tahta bir köprü.
Köprünün içi yağlı boya tablolarla donatılmış durumda.
Luzern’in eğlenceli, kalabalık, janjanlı kısmı ise köprünün öbür tarafında. Bu yüzden köprüyü fotoğrafladıktan hemen sonra diğer tarafa geçtik ve arnavut kaldırımlı ara sokaklarda dolaşarak şehri keşfetmeye başladık.
Akabinde ise göl kenarına doğru ilerledik. Göl kenarı boylu boyunca banklarla çevrilmişti. İnsanlar manzaraya karşı oturmuş öğle yemeklerini yiyordu.
Burada biraz takıldıktan sonra Luzern’i bir de tepeden görelim diye ünlü bir otelin terasına geçtik. Manzara muhteşemdi.
Böylece keyifli bir kaç saatin ardından kürkçü dükkanı diyerek Zürih’e geri döndük ve göl kenarında ilerleyerek Lindht çikolata fabrikasına ulaştık.
Ben devasa bir fabrika ve showroom beklerken çok daha küçük bir bina ile karşılaşınca biraz hayal kırıklığı yaşadım. Yine de ufak tefek çikolata alışverişi yapmadan dönmedik.
Vee son olarak da Zürih’in en eski pastanesi Peclard’a uğradık. Zürih’e bir gün yolunuz düşerse mutlaka uğrayın derim. Çok hoş bir dekorasyona sahip.
Tatlı ve kahve keyfinden sonra ufak ufak şehirle vedalaştık.

Zürih’i ikinci ziyaretimdi ve ilk seyahatten çok daha fazla keyif aldım. Umarım bir gün tekrar yolum düşer.

10 Eylül 2018 Pazartesi

Rheinfall Şelalesi ve Schaffhausen


Planladığımız üzere sabahın erken saatlerinde Rheinfall’a doğru yola çıktık. Rheinfall, adını ünlü Ren nehrinden alan Avrupa’nın en büyük şelalesi. Zürih’e yaklaşık 40 dakika mesafede. Biz bu mesafeyi tren ile katettik. Bomboş vagonda yayıla yayıla oturup, Alp köylerindeki manzaranın tadını çıkararak Rheinfall’a vardık.
Şelaleyi,  yukardan başlayıp aşağıya doğru inerek gezdik.
Aşağılara doğru indikçe suyun gürül gürül akan sesi yoğunlaştı. Bir de üzerine rengarenk gök kuşağı çıkınca değmeyin keyfimize J
Nehir üzerinde bot turları da yapılıyordu. Bizim katılmadığımız bu tur oldukça heyecan vercici gözüküyordu.
Rheinfall sonrası Almanya sınırında yer alan Schaffhausen’e doğru yol aldık.
Schaffhausen, cumbalı evleri, hareketli sokakları ile çok hoş bir şehir.
Evlerin dış yüzeyindeki boyamalar da epey göz alıcı..
Böylece kısa bir gezinin ardından tekrar Zürih’e döndük. Zürih’deki gezi noktamız şehri yukardan seyrettiğimiz Lindenhof'tu. 
Akabinde ise yine Süpringli molası verdik :)

6 Eylül 2018 Perşembe

2 Sene Sonra Yeniden Zürih


2016 Mayıs ayında Güney Fransa ve Kuzey İtalya’yı içeren bir gezi yapmıştık. Bu gezi esnasında çok kısa bir zaman diliminde Zürih’de de bulunmuştuk. Zürih, modern kültüre sahip, nazik insanların olduğu bir şehir olarak aklımda kalmıştı. Ancak maalesef şehri tam anlamıyla gezememiştik. O yüzden bayram tatilini fırsat bilerek rotamızı yeniden Zürih’e çevirdik.

Geçen seferkinin aksine şehir bu sefer bizi muhteşem bir hava ile karşıladı.
İlk önce alışveriş caddesinde biraz gezerek hediyelik eşyalara baktık. Diğer Avrupa şehirlerine nazaran Zürih, hediyelik eşya bakımından çok şey vaat etmiyor. Saat ve çikolata dışında ilginç şeyler bulmak pek mümkün değil. Guguklu saatler en popüler ürünleri…
Cadde üzerinde biraz dolaştıktan sonra ara sokaklara girmeye başladık. Sokaklara atılmış masalar, rengarenk evler ile geçen sefer gördüğüm sukunetin aksine bizi cıvıl cıvıl bir şehir ağırlıyordu. O yüzden Zürih’e gitmek isteyenlere tavsiyem yaz aylarında gidin derim.
Ve nehir kenarı…
İki ünlü kilisesi Grossmünster ve Fraumünster nehir kenarına konuşlanmış durumda.
Biraz daha dolaştıktan sonra ilk gün için bu kadar geziyi yeterli görerek ünlü çikolatacısı/pastanesi Süpringli’ye yöneldik.
Burada cafenin nefis macoranlarından yiyip kahvemizi yudumlayarak ertesi günün planını yaptık.
Yarın şehir dışında bir doğa harikasını ziyaret edeceğiz.

4 Eylül 2018 Salı

İki Kitap ve Bir Film


Şekerfare… Bir Şebnem Burcuoğlu kitabı. Bu aralar Şebnem Burcuoğlu kitapları okuyarak stres atmaya çalışıyorum. Yazarın kitaplarındaki karakterler, komik cümleler beni güldürüyor. Ancak maalesef bu kitap aynı etkiyi bırakmadı. Güldürmek bir yana gülümsetmedi bile L Kitapta, senaryo yazarak film sektörüne adım atan genç bir kızın hikayesi anlatılıyor.
Diğer okuduğum kitap ise Osman Balcıgil’in Ela Gözlü Pars: Celile oldu. İlk defa bir Osman Balcıgil kitabı okudum ve çok sevdim. Kitapta, Nazım Hikmet’in annesi Celile’nin hayatı anlatılıyor. Yazar, Türkiyenin ilk kadın ressamlarından biri olan Celile’nin hayatını akıcı bir dille hikayelendirmiş. Okurken Celile’nin ailesine, sevgilisi Yahya Kemal ile olan ilişkisine ve oğlu Nazım Hikmet için verdiği mücadeleye tanık oluyoruz.
Yaz aylarında çok film seyretmememe rağmen geçenlerde Stajyer isimli filmi seyrettim. Başrollerini Anne Hathaway ve Robert De Niro’nun paylaştığı film çok sürükleyici olmasa da vakit geçirmek için idealdi. Film, genç yaşta büyük bir şirketin kuruluşuna imza atmış Anne Hataway ile onun yanında stajyer olarak işe başlayan 70’lerine merdiven dayamış Robert De Niro’nun iş birliğini konu ediyordu.
İyi haftalar…