Sabah erken saatlerde uyanıp kendimizi
dışarı atıyoruz. Mayıs ayı olmasına rağmen Amsterdam’da beklenmeyen güzellikte
bir hava var. Güneş tüm sıcaklığı ile sabahın erken saatlerinde şehri ısıtmaya
başlamış.
İlk durağımız vitrininde envai çeşit
pasta, turta ve kekler olan bir fırın. Burası sabah kahvaltısı için adresimiz.
Kanal kenarında yer alan fırının o
sabah ilk müşterileriyiz. Dolayısıyla kanala açılan balkondaki en güzel masa
bizim 😊

Kahvaltı sonrası Amsterdam’a yakın
köyleri gezmek üzere merkez tren istasyonuna doğru yürümeye başlıyoruz. Tren
istasyonunda ise beklemediğimiz can sıkıcı bir şey yaşıyor, bilet gişesindeki adamla
kavga ediyoruz. Daha doğrusu adam bizimle kavga ediyor. Adama bilet almak
istediğimizi anlatıyoruz ve adam da biletimizi vermeye çalışıyor. O esnada ben “tek
kullanımlık değil, günlük bilet değil mi” diye soruyorum. Adam sorumu
cevaplamıyor direkt ödemeye geçiyor. Ben bir kez daha sorumu yineleyince bu
sefer sinirli bir şekilde yanıt veriyor. Bunun üzerine kuzenim derdimizi
anlatmaya çalışıyor ve adamın sinirinden o da nasibini alıyor 😊
Neyse
karşılıklı söylenmelerle biletimizi alıyoruz ve sıradan çıkıyoruz. Tam sıradan
ayrılırken arkamızdan sesleniyor ve yolu tarif etmek istiyor. O kadar
sinirlenmişiz ki biz buluruz diyoruz ve gidiyoruz. Platformu da
otobüsü de bulup yola çıkıyoruz. Yolda kendi aramızda yaptığımız konuşmada
vardığımız kanı şu : Amsterdam halkı kesinlikle turiste karşı misafirperver
değil. Bu tarz ufak tefek şeyler tatil boyunca hep yaşadık diyebilirim.
Veee Zaandam’dayız.
Zaandam, Amsterdam yakınlarında lego evleri ile ünlü küçük bir kasaba.
İşte en ünlü yapı
da burası. Kasaba daha çok bir film stüdyosunu andırıyor.
Zaandam’ı
gezdikten sonra bu sefer yel değirmenleri ile ünlü bir köye Zaanse Schans’a
doğru yola çıkıyoruz.
Zaanse Schans’a vardığımız ilk anda yüzümüzde
kocaman bir gülümse oluşuyor. Çünkü bizi ilk karşılayan köy sakinleri doğal
ortamında otlayan inekler oluyor.
Köyün içine doğru ilerledikçe aşağıdaki harika
manzara ile karşılaşıyoruz. Göz alabildiğinde uzanan bir yeşillik, bir dere,
yel değermenleri ve minik köy evleri… Aklımdan ilk geçen ünlü Hollandalı ünlü
ressam Van Gogh oluyor. Van Gogh o tabiat resimlerini kesin bu köyden
esinlenerek yapmıştır diyorum 😊
Yel değirmenleri arasında gezdikten ve doğanın
içinde yürüyüş yaptıktan sonra sıra geldi ayakkabı atölyesi gezmeye. Hollanda
klasik tahta takunyaları ile ünlü bir ülke. Günümüzde bu takunyalar artık kullanılmasa
da turistik malzeme olmaya devam ediyor.
Atölyenin kurucu ailesi…
İçeride sergilenen bazı takunyalar…
Burada biraz dolaştıktan ve ayakkabı
imalatını seyrettikten sonra bu sefer burnumuza gelen kakao kokusunu takip ederek
sıcak kakaolarımıza kavuşuruyoruz. Yel değirmenlerini seyredip, kakaonun tadını
çıkarırken bir sonraki durağımız olan Volendam hakkında sohbet ediyoruz.