19 Mayıs 2025 Pazartesi

Bir Sahil Kasabası : Volendam

Bundan tam 14 sene önce ailemle ayak bastığım bu kasabaya bu sefer kuzeninle geliyorum. Sabahtan beri doğanın içinde olmak iştahımızı açmış olmalı ki ne Volendam’ın güzel evleri ile ne peynirleri ile ne de alışveriş ile ilgileniyoruz. İlk işimiz buralara özgü bir yemek olan Kibbeling’i tatmak.  Kızarmış balık parçalarından oluşan Kibbeling’imizi aldıktan sonra doğru deniz kenarına iniyoruz ve ayaklarımızı denize uzatarak iştahla yemeğimizi yiyoruz.

Sonrasında Volendam sokaklarını arşınlamaya başlıyoruz. Evler o kadar güzel ki sokak aralarında dolaşmak çok keyif veriyor.

Akabinde peynir alışverişi yapmak üzere Volendam’ın ünlü peynir fabrikasına gidiyoruz.

O kadar çok peynir çeşidi var ki hangisini alacağımızı şaşırıyoruz. Peynir almadan önce tadım şansı da veriyorlar. Bu yüzden birçok peynir deniyoruz. Klasik, trüflü, acılı, pestolu….vs. Yok artık diyerek hindistancevizli ve lavantalı peynir de denedikten sonra kararımızı veriyoruz.

Peynir fabrikasından çıkarken kuzenim tatlı bir şey yiyelim mi diyor. Evet evet doğada olmak kesin acıktırıyor. Meltem klasik waffle tercih ederken ben tercihimi Hollanda’ya özgü bir tatlı olan stroopwafle dan yana kullanıyorum.

Biraz daha Volendam’ı gezdikten sonra artık dönüş vakti. Yarın Amsterdam’da dolu dolu bir gün bizi bekler. 

13 Mayıs 2025 Salı

Lego Evler, Yel Değirmenleri ve Doğa…

Sabah erken saatlerde uyanıp kendimizi dışarı atıyoruz. Mayıs ayı olmasına rağmen Amsterdam’da beklenmeyen güzellikte bir hava var. Güneş tüm sıcaklığı ile sabahın erken saatlerinde şehri ısıtmaya başlamış.

İlk durağımız vitrininde envai çeşit pasta, turta ve kekler olan bir fırın. Burası sabah kahvaltısı için adresimiz.

Kanal kenarında yer alan fırının o sabah ilk müşterileriyiz. Dolayısıyla kanala açılan balkondaki en güzel masa bizim 😊

Kahvaltı sonrası Amsterdam’a yakın köyleri gezmek üzere merkez tren istasyonuna doğru yürümeye başlıyoruz. Tren istasyonunda ise beklemediğimiz can sıkıcı bir şey yaşıyor, bilet gişesindeki adamla kavga ediyoruz. Daha doğrusu adam bizimle kavga ediyor. Adama bilet almak istediğimizi anlatıyoruz ve adam da biletimizi vermeye çalışıyor. O esnada ben “tek kullanımlık değil, günlük bilet değil mi” diye soruyorum. Adam sorumu cevaplamıyor direkt ödemeye geçiyor. Ben bir kez daha sorumu yineleyince bu sefer sinirli bir şekilde yanıt veriyor. Bunun üzerine kuzenim derdimizi anlatmaya çalışıyor ve adamın sinirinden o da nasibini alıyor 😊 Neyse karşılıklı söylenmelerle biletimizi alıyoruz ve sıradan çıkıyoruz. Tam sıradan ayrılırken arkamızdan sesleniyor ve yolu tarif etmek istiyor. O kadar sinirlenmişiz ki biz buluruz diyoruz ve gidiyoruz. Platformu da otobüsü de bulup yola çıkıyoruz. Yolda kendi aramızda yaptığımız konuşmada vardığımız kanı şu : Amsterdam halkı kesinlikle turiste karşı misafirperver değil. Bu tarz ufak tefek şeyler tatil boyunca hep yaşadık diyebilirim.

Veee Zaandam’dayız. Zaandam, Amsterdam yakınlarında lego evleri ile ünlü küçük bir kasaba.

İşte en ünlü yapı da burası. Kasaba daha çok bir film stüdyosunu andırıyor.

Zaandam’ı gezdikten sonra bu sefer yel değirmenleri ile ünlü bir köye Zaanse Schans’a doğru yola çıkıyoruz.

Zaanse Schans’a vardığımız ilk anda yüzümüzde kocaman bir gülümse oluşuyor. Çünkü bizi ilk karşılayan köy sakinleri doğal ortamında otlayan inekler oluyor.

Köyün içine doğru ilerledikçe aşağıdaki harika manzara ile karşılaşıyoruz. Göz alabildiğinde uzanan bir yeşillik, bir dere, yel değermenleri ve minik köy evleri… Aklımdan ilk geçen ünlü Hollandalı ünlü ressam Van Gogh oluyor. Van Gogh o tabiat resimlerini kesin bu köyden esinlenerek yapmıştır diyorum 😊

Yel değirmenleri arasında gezdikten ve doğanın içinde yürüyüş yaptıktan sonra sıra geldi ayakkabı atölyesi gezmeye. Hollanda klasik tahta takunyaları ile ünlü bir ülke. Günümüzde bu takunyalar artık kullanılmasa da turistik malzeme olmaya devam ediyor.

Atölyenin kurucu ailesi…

İçeride sergilenen bazı takunyalar…

Burada biraz dolaştıktan ve ayakkabı imalatını seyrettikten sonra bu sefer burnumuza gelen kakao kokusunu takip ederek sıcak kakaolarımıza kavuşuruyoruz. Yel değirmenlerini seyredip, kakaonun tadını çıkarırken bir sonraki durağımız olan Volendam hakkında sohbet ediyoruz.

9 Mayıs 2025 Cuma

Amsterdam

İçinde olmayı sevdiğin bir mekan söyle deseler hiç kuşkusuz havalimanları başı çeker derim😊Elimde çekçekli bavulum, sırtımda çantam, aklımda Amsterdam havalimanın kaosu içinde ilerliyorum. Biraz dükkanlara bakıyorum, biraz insanları gözlemliyorum. O esnada uçuş panosunda bir rötar dikkatimi çekiyor, tam 2 saatlik bir rötar. Evet benim uçuşum. Çok hafiften canım sıkılsa da yine de bu durum keyfimi kaçırmaya yetmiyor. O halde bir kahve diyorum ve kahvemi içerek, kitabımı okuyarak zamanın geçmesini bekliyorum.

Vakit gelince de havadayım.

Amsterdam’a varmamın ardından merkez tren istasyonuna hareket ediyorum. Aynı dakikalarda merkez tren istasyonuna inen biri daha var o da kuzenim Meltem. 6 aydır görüşmemenin verdiği özlemle birbirimize sarılıyoruz ve otele hareket ediyoruz. Otele eşyalarımızı bırakmamızın ardından ise Amsterdam sokakları bizi bekler.

Kanallar arasında sohbet ederek yürüyoruz ve yemek yiyeceğimiz bir yer arıyoruz.

Kafamıza göre seçtiğimiz bu yerde havanın güzelliğinden midir, birbirimizi uzun süre görmediğimizden midir bilmem yemek çok lezzetli geliyor.

Sonrasında biraz da ağzımızı tatlandırmak için Amsterdam’ın meşhur kurabiyecisi Van Stepele Koekmakerij’e uğruyoruz. Uzun kuyruk bizi yıldırmıyor ve beklemeye başlıyoruz. En sonunda sıra bize geliyor ve kurabiyelerimizi alıyoruz. Kuyrukta beklemeye değer mi derseniz evet kurabiyeler güzel ama çok vaktiniz yoksa es geçebileceğiniz bir yer olduğunu da gönül rahatlığı ile söyleyebilirim. Günün sonunda dünyanın en iyi kurabiyesi değil 😊

Veee Dam Meydanı… Bundan 15 sene önce gelip burada fotoğraf çektirmiştim. Aynı pozu vererek bir fotoğraf daha çektiriyorum.

Bir sonraki durağımız ise ünlü alışveriş merkezi Magna Plaza. Alışveriş merkezi dediğime bakmayın bir pasajdan hallice bir alışveriş noktası. Alışverişten ziyade tarihi bir yapı olması ve mimarisi ilgi çekici.

Akabinde Damrak caddesi boyunca yürüyoruz. Bazen dükkanlara giriyoruz bazen de çevreyi unutup koyu bir sohbete dalıyoruz.

Tüm bunlar olurken hava kararmaya başlıyor ve Amsterdam ışıklarını yakıyor. Böylece şehirdeki ilk günümüzü noktalıyoruz.


6 Mayıs 2025 Salı

İki Kitap, Bir Tiyatro

Bugün okuduğum iki kitaptan ve bir tiyatro oyunundan bahsetmek istiyorum. Yeni yılın ilk günlerinde Ayşe Kulin’in son romanı 4 Gün 3 Gece’yi okudum. 80 darbesi öncesinde geçen kitap, bir kadının 4 gün 3 gecelik hikayesini anlatıyor. Bundan yıllar önce Ayşe Kulin kitaplarını büyük bir iştahla okur ve çok keyif alırdım. Ancak son yıllarda aldığım keyif epey azaldı. Geçen yıllar içinde benim okuma zevkim mi değişti yoksa Ayşe Kulin eskisi gibi yazamıyor mu bilmiyorum ama bu kitap bana ortalama düzeyde keyif verdi. Sıkıcı olduğunu söyleyemem, kendini okutturan bir kitap ama yıllar sonra hatırlayacağım bir kitap da değil maaelesef.

İkinci okuduğum kitap ise Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Saatleri Ayarlama Enstitüsü oldu. Bir arkadaşımın hediye ettiği kitabı okumaya başladığımda açıkçası sonunu zor getireceğimi düşündüm. Hem yazarın dili hem de hikaye beni oldukça zorladı. Ancak 50.sayfadan sonra kitap su gibi akmaya başladı ve çok sevdim. Okumak isteyenlere kesinlikle tavsiye ederim.

Gelelim tiyaro oyununa…Ekip arkadaşlarımla bir akşam Esra Dermancıoğlu’nun tek kişilik Muskat isimli oyununa gittik. Esra Dermancıoğlu’nun oyuncuğunu çok severim. Bu yüzden bu oyuna giderken beklentim çok yüksekti. Ancak maalesef oyun bende tam bir hayalkırıklığı yarattı. Esra Dermancıoğlu sahnede harikaydı ama hikaye beni bir türlü içine alamadı.

İşte böyle böyle…

22 Nisan 2025 Salı

Puslu Bir Gün ve Tarihi Bir Semt

Hafta sonu için annemle beraber Emineönü-Sirkeci gezi planı yapmıştık. Planladığımız üzere sabahın erken saatlerinde soluğu Eminönü’nde aldık. Hava oldukça puslu hatta yağmurluydu ama benim İstanbul’um bu haliyle de çok güzeldi.

Çiseleyen yağmura inat merakımıza yenik düşüp sık sık dükkanlarda mola vererek Tahtakale’yi arşınladık.

Sirkeci’ye çıktığımızda nasıl tarihi ve güzel bir şehirde yaşadığımızı bir kez daha fark ettim. Sirkeci’nin dört bir yanına dağılmış asırlık binalar yıllara meydan okuyordu.

Burada bir kafe keşfederek oturduk. Nostajjik bir şekilde dekore edilmiş olan kafe oldukça hoştu. Eski bir radyo, köşede yer alan bir güğüm ve pastel tonlardaki çiçekler mekana sıcacık bir hava katmıştı.

Kahvelerimizi yudumlayıp biraz ısındıktan sonra tekrar kendimizi sokaklarda bulduk.

Bu seferki durağımız Mısır Çarşısı oldu.

Rengarank tezgahlar her zamanki gibi gözalıcıydı.

Eminönü’nü eni konu gezdikten sonra bir kez daha Sirkeci’ye doğru yol aldık ve uzun zamandır methini duyduğum Hocapaşa Pidecisi’nde karnımızı doyurduk.

Sonrası da artık geriye dönüş. Hava düzelmiş masmavi gökyüzü Galata Kulesi’nin ardından bize göz kırpıyordu.


7 Nisan 2025 Pazartesi

Yaşam Geçip Gitti, Hiç Yaşamamışım Gibi…

Demiş Çehov Vişne Bahçesi’ni yazarken…Neredeyse 15 senedir yazdığım blogumdan çok uzun süre ayrı kaldım. En son geçtiğimiz Haziran ayında Güneydoğu seyahatimi yazmış ve kısa zamanda görüşmek dileği ile yazımı noktalamıştım. Ancak o kısa süre tahmin ettiğimden çok ama çok uzun sürdü. Bu geçen sürede hayatım tamamen iş oldu desem yeridir. Yöneticiliğini yaptığım bir projenin canlı geçişi için gece gündüz, hafta içi-hafta sonu, sıcak-soğuk hep çalıştım çalıştım. Aileme, arkadaşlarıma ve hatta kendime pek zaman ayıramadım. Tek amacım yaptığım işi en layıkıyla neticelendirmekti. Bulunduğum şartlar dahilinde iyi bir iş çıkardığımı düşünüyorum ama proje sürecinde çok üzüldüğüm, kalbimin kırıldığı noktalar da oldu. Tabii ki onların detayına burada girmeyeceğim ama benim için iyi bir hayat tecrübesi oldu diyebilirim.

Gelelim günlük hayata… Uzun süre sonra hafta sonu sinemaya gittim. 

İzlediğim film Muhteşem Lillian Hall’du. Lillian, yıllarını tiyatro sahnesinde geçirmiş bir Broadway yıldızı. Ancak başına beklemediği bir şey geliyor ve demans hastalığına yakalandığını öğreniyor. Başta buna isyan etse de sonrasında hastalıkla acı bir şekilde yüzleşiyor. Hem filmi, hem de oyunculukları çok beğendim. Gitmek isteyenlere kesinlikle tavsiye ederim. 

Yazıma başlarken kullandığım Çehov’un “Yaşam geçip gitti, hiç yaşanmamış” gibi cümlesi de bu filmde geçen ve aklıma kazınan cümlelerden biri oldu. Gerçekten yaşam hiç yaşanmamış gibi hızla geçiyor. Belki biraz hayatı yavaşlatmamız lazım ama nasıl?

Keyifle, sağlıkla ve yavaşlayarak kalın :)