22 Nisan 2025 Salı

Puslu Bir Gün ve Tarihi Bir Semt

Hafta sonu için annemle beraber Emineönü-Sirkeci gezi planı yapmıştık. Planladığımız üzere sabahın erken saatlerinde soluğu Eminönü’nde aldık. Hava oldukça puslu hatta yağmurluydu ama benim İstanbul’um bu haliyle de çok güzeldi.

Çiseleyen yağmura inat merakımıza yenik düşüp sık sık dükkanlarda mola vererek Tahtakale’yi arşınladık.

Sirkeci’ye çıktığımızda nasıl tarihi ve güzel bir şehirde yaşadığımızı bir kez daha fark ettim. Sirkeci’nin dört bir yanına dağılmış asırlık binalar yıllara meydan okuyordu.

Burada bir kafe keşfederek oturduk. Nostajjik bir şekilde dekore edilmiş olan kafe oldukça hoştu. Eski bir radyo, köşede yer alan bir güğüm ve pastel tonlardaki çiçekler mekana sıcacık bir hava katmıştı.

Kahvelerimizi yudumlayıp biraz ısındıktan sonra tekrar kendimizi sokaklarda bulduk.

Bu seferki durağımız Mısır Çarşısı oldu.

Rengarank tezgahlar her zamanki gibi gözalıcıydı.

Eminönü’nü eni konu gezdikten sonra bir kez daha Sirkeci’ye doğru yol aldık ve uzun zamandır methini duyduğum Hocapaşa Pidecisi’nde karnımızı doyurduk.

Sonrası da artık geriye dönüş. Hava düzelmiş masmavi gökyüzü Galata Kulesi’nin ardından bize göz kırpıyordu.


7 Nisan 2025 Pazartesi

Yaşam Geçip Gitti, Hiç Yaşamamışım Gibi…

Demiş Çehov Vişne Bahçesi’ni yazarken…Neredeyse 15 senedir yazdığım blogumdan çok uzun süre ayrı kaldım. En son geçtiğimiz Haziran ayında Güneydoğu seyahatimi yazmış ve kısa zamanda görüşmek dileği ile yazımı noktalamıştım. Ancak o kısa süre tahmin ettiğimden çok ama çok uzun sürdü. Bu geçen sürede hayatım tamamen iş oldu desem yeridir. Yöneticiliğini yaptığım bir projenin canlı geçişi için gece gündüz, hafta içi-hafta sonu, sıcak-soğuk hep çalıştım çalıştım. Aileme, arkadaşlarıma ve hatta kendime pek zaman ayıramadım. Tek amacım yaptığım işi en layıkıyla neticelendirmekti. Bulunduğum şartlar dahilinde iyi bir iş çıkardığımı düşünüyorum ama proje sürecinde çok üzüldüğüm, kalbimin kırıldığı noktalar da oldu. Tabii ki onların detayına burada girmeyeceğim ama benim için iyi bir hayat tecrübesi oldu diyebilirim.

Gelelim günlük hayata… Uzun süre sonra hafta sonu sinemaya gittim. 

İzlediğim film Muhteşem Lillian Hall’du. Lillian, yıllarını tiyatro sahnesinde geçirmiş bir Broadway yıldızı. Ancak başına beklemediği bir şey geliyor ve demans hastalığına yakalandığını öğreniyor. Başta buna isyan etse de sonrasında hastalıkla acı bir şekilde yüzleşiyor. Hem filmi, hem de oyunculukları çok beğendim. Gitmek isteyenlere kesinlikle tavsiye ederim. 

Yazıma başlarken kullandığım Çehov’un “Yaşam geçip gitti, hiç yaşanmamış” gibi cümlesi de bu filmde geçen ve aklıma kazınan cümlelerden biri oldu. Gerçekten yaşam hiç yaşanmamış gibi hızla geçiyor. Belki biraz hayatı yavaşlatmamız lazım ama nasıl?

Keyifle, sağlıkla ve yavaşlayarak kalın :)