19 Eylül 2019 Perşembe

Tuna’nın Nazlı Nazlı Aktığı Kasaba : Szentendre


Budapeşte’yi enikonu gezdikten sonra yakınlarda bir yer daha görmek istedik. Daha önceki gidişimizde Szentendre kasabasını görmüş ve çok sevmiştik. Neden bir kez daha görmeyelim deyip trene atladık ve çuf çuf giderek kasabaya ulaştık.
Szentrendre, tuna nehri kenarına kurulmuş, arnavut kaldırımı yollarla bezeli, çok şirin bir kasaba. Sanırım Tuna nehri, Macaristan’da dokunduğu her yere güzellik katıyor.
Kasabaya varınca ilk önce ünlü dondurmacısına uğradık.
Tercihimiz lavantalı dondurmadan yana oldu. İlk kez denediğim lavantalı dondurma konusunda beklentim yüksekti ama maalesef dondurma, bu beklentimi karşılamadı. Lavantanın tadını da kokusunu da pek alamadım.
Kasabada sağlı sollu sıralanmış birçok hediyelik eşya dükkanı bulunuyor. Bu dükkanlarda Macaristan’a ait yöresel bez bebekler, kırmızı biberler..vs bulmak mümkün.
Ayrıca kasabada bir noel müzesi yer almakta. Müze içinde yeni yıla ve noele ait onlarca ürün sergileniyor ve bu ürünler istenirse satın alınabiliyor.
Szentendre’nin ara sokakları da pek hoş.
Ara sokaklara girip çıktıktan sonra son olarak kasabanın meşhur langoşçusunda langoş yedik.
Böylece hem günü hem de tatili sonlandırmış olduk.

Budapeşte’ye Yolu Düşeceklere Notlar:

1)Para birimi Forint. Euro da her yerde geçiyor ve bol miktarda döviz bürosu bulmak mümkün. Öte yandan kur farkından dolayı kayıp yaşamamak için Türkiye’den forint alıp gitmek de fayda var.
2)Budapeşte’de yazlar çok sıcak, kışlar çok soğuk geçiyormuş. Biz Ağustos ayında 35-37 derece sıcaklıkta dolaştık. Allahtan nem oranı yüksek bir şehir değil.
3)Gulaş çorbası en meşhur yemeği. Çoğunlukla dana etinden yapıldığı söyleniyor. Ancak bazı restoranlarda domuz eti de kullanıldığını duyduğumuz için biz denemedik. Önceki gidişimizde ise geyik eti çorbası içmiştik ve fena değildi. Pişiye benzer Langoş isimli hamurları ise bir diğer önemli yiyeceklerinden.
4) Geniş bir tatlı mutfağı bulunuyor.  Dobos torta ve somloi galushka en ünlü pastaları. Ben somloi galushkayı daha çok sevdim.
5)Metro ağı çok geniş. Hemen hemen her yere metro ile ulaşmak mümkün. Metro bileti aldıktan sonra trene binmeden mutlaka bileti okutmak gerekiyor. Kontrole yakalanmanız durumunda biletiniz olsa dahi eğer okutulmamışsa  150-160 TL lik bir para cezası alırsınız. (Metro duraklarında denetim çok sıkı)
5)Tuna nehrinde 1 saatlik gezi keyifli oluyor. Erzsebet köprüsü civarında çeşitli firmaların tekne gezisi biletleri satılıyor. Kimisi yemekli, kimisi içecekli, kimisi de sadece gezi şeklinde. İsteğinize göre bunlardan birini tercih edebilirsiniz.
6)Magnetler, bez bebekler ve kırmızı toz biber en çok tercih edilen hediyelik eşyalar arasında yer alıyor.

13 Eylül 2019 Cuma

Dolu Dolu Bir Budapeşte Günü Daha


Günün rotası Kahramanlar Meydanı ile başladı. Budapeşte’nin heykellerle çevrili, opera binasına yakın bu meydanı turistler açısından epey popüler. O yüzden erken saatlerde orada olmayı tercih ettik.
Kahramanlar meydanının hemen arkasında ise Varosliget parkı bulunuyor. Parkın içinde Vajdahunyad kalesi ve termal tesisler de yer alıyor.
Önce girişteki tarihi yapılar arasında biraz gezdik.
Ardından parkın iç kısımlarına doğru yol aldık. Park; içindeki gölü, şatosu ve bol yeşilliği ile çok hoştu.
Park sonrası ise metroya atladık ve New York Cafe’ye gittik. Evet, sadece bir cafeye gidebilmek için uzun uzun yürüdük, metrolara filan bindik :) Nedeni ise bu cafeyi o kadar çok övdüler ki görmeden dönmek istemedik.
Cafe çok şaşalı olmasına rağmen ortamı kasıcı değildi.
Tavan süslemeleri…
Kahve sonrası tekrar yürüyüşe geçtik. Bu sefer ki durağımız kapalı pazar oldu. Avrupa’da sıkça karşılaştığımız kapalı pazarlardan Budapeşte’de de var.
Pazarın birinci katı sebze, meyve ve Budapeşte’nin favori ürünü kırmızı biberlere ayrılmış durumda.
İkinci katında ise daha çok hediyelik eşyalar bulunuyor.
İkinci katında bir de yemek bölümü yer alıyor. Daha doğrusu Langoş alınabilecek büfeler yan yana sıralanmış durumda. Langoş, bizim pişinin, üzerine çeşitli malzemeler konmuş hali. Gittiğim her yeni yerde oralara özgü yiyecekleri mutlaka tatmak istediğim için Langoş’u denedim ama söylemeliyim ki büfeler hijyenden oldukça uzaktı
Karnımızı doyurduktan sonra tekne turu yapmak üzere Tuna nehri kenarına indik. Böylece bu sefer Budapeşte'yi nehir üzerinden seyrettik.
Tekneden inince de Küçük Prenses heykeline uğradık. Eğer bu heykelin dizine dokunulursa yollar yeniden Budapeşte’ye düşermiş. Bakalım bizim yolumuz yeniden Budapeşte’ye düşecek mi?

10 Eylül 2019 Salı

Yorucu ama Güzel Bir Budapeşte Günü

Budapeşte’de ikinci günümüz erken saatlerde yola düşerek başladı. İlk ziyaret noktamız Balıkçı Tabyası ismi ile bilinen nokta oldu. Buraya balıkçı tabyası denmesinin nedeni ortaçağda buraya yakın bir balık pazarı kurulmasından kaynaklanıyormuş.
Kuleli şatolardan oluşan yapının masalsı bir görüntüsü vardı. İçinde gezerken pencerelerin birinden her an Rapunzel çıkacakmış gibi hissettim.
İçerde aynı zamanda şahane bir manzara seyretmek de mümkün. Meclis binasının en güzel göründüğü yerlerden biri diyebilirim.
Balıkçı tabyasının çıkışında ise Matthias kilisesi yer alıyor.
Buradan ayrılmadan hemen evvel tarihi pastane Ruszwurm’a uğradık ve nefis tatlıları midemize indirdik.
Akabinde ise Buda Kalesi’ne doğru yol aldık. Kale, geniş bir sit alandan oluşuyor. Önce sit alan çevresinde gezdik sonra da manzara noktasına ilerledik.
Kaleden Budapeşte’nin ünlü köprüsü Zincir Köprü ya da bir diğer adı ile Aslanlı Köprü görülebiliyor.
Manzaranın keyfini çıkardıktan sonra yürüyerek köprünün yanına indik.
Sonrasında ise Tuna nehri boyunca ilerleyerek Tuna’nın Ayakkabılarına ulaştık. Bu ayakkabılar 2.dünya savaşında Macaristan’da ölen Yahudilerin anısına yapılmış.
Son olarak da St.Stephen Bazilikası’nın gördük. Yapı hem tarihi olması nedeni ile hem de önündeki geniş meydandan ötürü turistlerin uğrak noktalarından biri.
Bu meydanın diğer bir önemli noktası ise Gelarto Rosa isimli dondurmacı 😊 Gül şeklinde dondurmaları ile ünlü bu dondurmacının önünde uzun bir kuyruk vardı. Tabi ki her turist gibi bu kuyruğa girip dondurmayı kaptık.
Böylece yorucu ama güzel bir Budapeşte gününü sonlandırdık.

5 Eylül 2019 Perşembe

Budapeşte’de 4 Gün


Geçtiğimiz bayram tatilinde ailece Budapeşte’ye 4 günlük bir seyahat gerçekleştirdik. Yıllar evvel 1 haftalık Orta Avrupa turu yapmış, Budapeşte’yi görmüştük. Ancak o gezi çok yüzeyseldi. Bu yüzden tatili fırsat bilerek ikinci kez Budapeşte’yi görmeye karar verdik.

Şehirdeki ilk durağımız Gellert Tepesi oldu. Tepeye meşakkatli bir yokuşu tırmanarak çıkmış olsak da gördüğümüz manzara çekmiş olduğumuz zahmeti unutturdu.
Gellert tepesinin ilginç bir hikayesi var. Vakti zamanında Macaristan halkı pagan iken Hristiyanlığı yaymak isteyen Gellert isimli psikoposu bir varil içine koyup tepeden yuvarlayarak ölümüne sebep olmuşlar. Daha sonra ki yıllarda ise Hristiyanlığın kabul edilmesi ile beraber psikoposun öldürüldüğü tepeye Gellert tepesi ismi verilmiş.
Tepede uzun uzun Tuna nehrini seyredip manzaraya doyduktan sonra aşağıya yürüdük. Neyse ki yokuş inmek daha kolaydı 😊
Ardından Budapeşte’nin kalbin attığı caddeyi yani Vaci caddesini adımlamaya başladık. Tabi ki cadde boyunca yan yana sıralanmış butiklere, hediyelik eşya dükkanlarına bakmayı da ihmal etmedik.
Amacımız Vörosmarty meydanına ulaşmaktı. Ancak ulaştığımız esnada meydanın tadilatta olduğunu ve çevrildiğini gördük. Dolayısıyla meydanda fazla oyalanmadan Budapeşte’nin çok eski bir pastanesine Gerberaud Pastanesi’ne yöneldik.
Burada mekana da ismini veren Macaristan’ın yöresel tatlısı gerbeaud cake sipariş verdik. Açıkça söylemek gerekirse kekin çok da bir numarası yoktu. Öte yandan yüzyılı aşkın bir süredir hizmet veren tarihi bir mekanda mola vermek güzeldi.
Son olarak da şehrin yine önemli noktalarından biri olan Deak Ferenc meydanına uğradık.
Böylece ilk günümüzü bitirmiş olduk.

3 Eylül 2019 Salı

Geçip Giden Günler


Rusya’dan döndükten sonra yine yoğun bir koşturmacanın içine girdim. Biriken işleri toparladım, yeni gelen işlere yoğunlaştım, arkadaşlarımla ve ailemle çeşitli programlar yaptım..vs. Bu arada araya bir de bayram tatili girdi. Bayram tatilinde küçük bir seyahat gerçekleştirdim. Ondan önümüzdeki yazımda bahsetmeyi planlıyorum ama önce burada neler yapmışım.

İş yeri arkadaşlarımdan birinin doğum gününü kutlamak için bir akşam Suvla’da happy hour tadında zaman geçirdik.
Bir hafta sonu ailece Sapanca’ya giderek İstanbuldere köyünde şahane bir kahvaltı yaptık.
Mis gibi doğanın içinde olmak, şırıl şırıl akan derenin sesini dinlemek üzerimizde doping etkisi yarattı diyebilirim.
Tabi ki İstanbul’un karmaşışında ve iş yoğunluğunda doping etkisi fazla sürmüyor. Bu etki Pazartesi gününün ilk saatlerinden itibaren uçuyor 😊 Dolayısıyla ikinci bir dopinge ihtiyaç duyarak kendimi en sevdiğim yere tarihi yarımadaya attım.
Öncelikle Mısır Çarşısı’nın içinden geçerek Coffee Topia’ya uğradım.
Burada çilek aromalı leziz kahvemi içerek güne başladım.
Daha sonra Eminönü’nün ara sokaklarında, on yüz bin tane mağazaya girip çıkarak Kapalıçarşı’ya ulaştım.
Kapalıçarşı’yı da eni konu gezdikten sonra benim için bir Eminönü klasiği olan Şahin Döner’de soluklandım. Soluklandım dediğime bakmayın Şahin Döner’in oturacak masası sandalyesi bulunmuyor. Yarım saat kadar sırada bekledikten sonra alınan döner ayakta yeniyor. Ancak o lezzete değer derim 😊
Akabinde tekrar kendimi yokuş aşağı salarak deniz kıyısına ulaştım. Bu arada Berliner tatlısı ile meşhur Gurmania’ya da uğramadan edemedim.
İşte böyle böyle.. İstanbul’da günler çok çalışarak ve çok gezerek geçti.