26 Kasım 2022 Cumartesi

Adriyatik’in Kraliçesi : Venedik

Artık Venedik’teyiz…Adriyatik kıyısına konumlanmış kanallar kraliçesi tüm kalabalık ve coşkusuna karşın bir o kadar da romantik. Gezmek için sabırsızlanıyoruz ama öncesinde iki tane ada gezdiğimizden ve adalar arası yolda biraz zaman kaybettiğimizden dolayı Venedik için çok vaktimiz yok.

Önce San Marco meydanını adımlıyoruz. Meydandaki insanları gözlemlediğimde çoğu kişinin yüzünde mutluluk ifadesi olduğunu görüyorum. Yıllar evvel okuduğum bir dergide bir şehrin en mutlu insanları o şehrin turistleri olur diye yazıyordu. O anda insanların yüzünde gördüğüm ifade bu dergi yazısını doğrular nitelikte.

Meydanda tam 300 senedir hizmet veren bir kafe var; Cafe Florian. İçi 1700’lü yıllara atıfta bulunur şekilde dekore edilmiş olan kafenin önüne atılmış olan masalar ise San Marco meydanına bakıyor.  Pahalı bir yer olduğu belli ama üç senelik pandemi sürecinden sonra kendimi azıcık şımartabilirim diye düşünüyorum ve bizimkilere hadi size kahve ısmarlayayım diyorum. Onlar biraz dolaşmak istediklerini söyleyince ben yalnız başıma bir masaya yerleşiyorum. Çikolatalı sufle ve kahvemi söyledikten sonra çalan müziği dinlemeye başlıyorum.

Sonra siparişim geliyor. Kahvemi ve tatlımı yerken biraz daha San Marco meydanındaki mutlu insanları seyrediyorum. Uzak doğulular, İngilizler, gençler, yaşlılar, kadınlar, erkekler derken meydan tam bir insan mozaği…

Biraz sonra kalkıyorum ve ailemle yeniden bir araya geliyorum. Ahlar Köprüsü’nün önünden geçiyoruz. Burası eskiden mahkumları idama götürürken geçilen köprüymüş. Mahkumlar Venedik’e son bir kez buradan bakarlarmış.

Ardından Venedik’in en meşhur köprüsü Rialto Köprüsü’ndeyiz.

Köprünün üzeri oldukça kalabalık. Fazla oyalanmadan panoromik bir fotoğraf çekip ayrılmak istiyoruz ama ışığın ters açıda olması bize pek güzel fotoğraflar vermiyor. Naapalım bugünün kusuru da bu olsun diyoruz:)

Venedik’in birbirinden güzel ara sokaklarında dolaşmaya devam ediyoruz.


Böylece keyifle yaptığımızı gezinin sonuna yaklaşıyoruz. Artık trene yetişme zamanı. Yarın bizi başka bir şehir bekliyor. Bakalım neresi?

22 Kasım 2022 Salı

Murano ve Burano

Sabahın çok erken saatleri, tren istasyonunda bizi Venedik’e götürecek olan treni bekliyoruz. Elimde dumanı üstünde mis gibi kokan kahvem ile Venedik notlarıma göz gezdiriyorum. Bundan 10 sene evvel Venedik’i görme şansım olmuştu ama Venedik’e bağlı Murano ve Burano adalarını hiç görmemiştim. Bu yüzden programı yaparken hepsini kapsayacak bir gün planlamıştım. Umarım tüm program yetişir diye düşünürken trenin ışıkları görünüyor. Artık çuf çuf gitme zamanı…

Yaklaşık 2 saatlik bir yolculuğun ardından Venedik’e varıyoruz. Kanallar kraliçesi baştan çıkarıcı güzellikte ama bizim öncelikli hedefimiz Murano. Bu yüzden Murano’ya giden ilk vapura binmek için iskeleye yöneliyoruz. 

Murano, cam işçiliği ile ünlü bir ada. Adaya ayak bastığımız anda bizi cam ürünlerin sergilendiği tezgahlar ve dükkanlar karşılıyor. Fiyatlar tabii ki kur farkı yüzünden epey yüksek. Ancak buraya özgü küçük bir hatıraya sahip olmak isteyenler için kolye uçları, küpe, anahtarlık gibi ürünler de var.

Burası da Venedik gibi kanallardan oluşuyor. Oldukça temiz, düzenli ve hoş bir ada. Adanın sokaklarında biraz gezdikten ve dükkanları dolaştıktan sonra diğer ada Burano’ya gitmek için yeniden iskeleye gidiyoruz.

Burano'dayız... Ada, renkli evleri ve dantelleri ile ünlü. Renkli evlerin bir de hikayesi varmış. Vakti zamanında ada halkı gelirinin büyük bir kısmını balıkçılıkla sağlarmış.  Sabahın erken saatlerinde balığa çıkan erkekler gece çok geç vakitlerde evlerine dönerlermiş ve döndüklerinde de çoğu sarhoş olurmuş. Zaman zaman da evleri karıştırırlarmış :) Bu yüzden de her evi farklı bir renge boyayarak kendilerince bir çözüm geliştirmişler.

Adaya vardığımızda ilk işimiz yemek arası vermek oluyor. Burano’ya gelmeden önce araştırdığım, sahilde yer alan ve kızarmış deniz ürünleri hazırlayan salaş balıkçıda bir masa kapıyoruz.

Self servis olarak hizmet veren mekanda balığımızı alırken garson kız balığın altındaki tabağın ekmek olduğunu ve istersek yiyebileceğimizi söylüyor. Dünkü, yazıyla sipariş verme olayından sonra ekmekten tabak olayı da çok hoşuma gidiyor.

Karnımız iyice doyduktan sonra adanın sokaklarını gezmeye başlıyoruz. Kanal boyunca sıralanmış renkli evler, kayıklar, süslü pencereler her köşede fotoğraf çekme isteği uyandırıyor.

Bu arada sık sık karşımıza dantel ürünler çıkıyor. Murano’da bütçeyi çok fazla zorlamadan küçük bir hatıra eşya almak mümkünken Burona’da bu maalesef öyle değil. En basit ürün bile oldukça yüksek fiyattan satılıyor.

Burano dantelin yanısıra bir de limonlu kurabiyesi ile ünlü. Dantellere fazla rağbet gösteremesek de limonlu kurabiyeyi kaçırmıyoruz :)

Sıradaki durak Venedik…O da bir sonraki yazıya kalsın…

19 Kasım 2022 Cumartesi

Bologna

Ailece havalimanındayız… Elimde 2019 yılında Eskişehir’den aldığım cüzdan var. Cüzdanın üzerinde yazan "hadi bir yerlere gidelim" yazısına bakıyor ve sonunda gidiyoruz diyorum. Üç senenin sonunda “attention please”, “son çağrı” gibi anonsları duymak için kulak kabartmış durumdayım. Yok yok galiba uçağa binene kadar tatile gidiyor olduğuma inanamayacağım :)

Ve sonunda uçuyoruz. Uçakta Zülfü Livaneli’nin son eseri Kaplanın Sırtında bana eşlik ediyor. 

İki buçuk saatlik bir yolculuğun ardından Bologna’dayız. Otele bavullarımızı bırakır bırakmaz şehir merkezine doğru yürüyüşe geçiyoruz.

Bologna, İtalya’nın diğer şehirlerine erişimi kolay, modern bir öğrenci kenti. Uçak biletlerinin ucuz olması, daha önceden görmediğimiz bir şehir olması ve lokasyon erişimi nedeniyle pandemi sonrası yapacağımız ilk seyahatte fazla düşünmeye gerek kalmadan tercihimiz oldu. Şehir merkezine girince bizi şehrin en önemli yapılarından olan kuleler karşılıyor. Kuleye çıkıp kızıl şehri kuleden seyretmek iyi bir fikir olabilir ama bizim zamanımız kısıtlı olduğu için meydana yöneliyoruz.

Neptün çeşmesi ile meydana giriş yapıyoruz.

Meydanın dört bir yanında tarihi binalar var. En yeni bina 1600’lü yıllara ait. Tamamlanmamış olan tarihi San Petronio Kilisesi de meydanın önemli yapılarından biri.

Bir diğer önemli yapısı ise Salaborsa yani kütüphane. Tarihi kütüphanenin içi ücretsiz ziyaret edilebiliyor. Göz kamaştıran tavan işlemesi ve revakları ile harika bir kütüphane.

Bologna, revakları ile ünlü bir şehir. Kentin dört bir tarafı revaklardan oluşuyor. Her revakın da kendine has bir yapısı ve güzelliği var. Bazılarının tavan süslemeleri ise oldukça iddialı.

Merkezi biraz dolaştıktan sonra Quadrilatero denen bölgeye yani manavların, şarküterilerin, restoranların olduğu bölgeye geçiyoruz. Sanırım Bologna’nın en sevdiğim kısmı burası oldu. Tam İtalyan İşi 😊

Yemek için ise seyahate çıkmadan evvel burada mutlaka taze makarna yemeliyiz diye not aldığım Sfloglia Rina’ya gidiyoruz. Girişte bizi karşılayan taze makarnalar iştahımızı biraz daha kabartıyor.

Masamıza yerleşiyoruz ve uzun bir süre garsonun yanımıza gelmesini bekliyoruz. Gelen giden olmayınca ben bir garsona sesleniyorum ve sipariş vermek istediğimizi belirtiyorum O da bana önümüzdeki kağıt ve kalemi işaret ediyor. Meğer burada siparişler yazarak verilirmiş. Bu farklı olay çok hoşuma gidiyor ve menünün yazılı olduğu kara tahtaya bakarak seçimlerimizi yapıyoruz. Yörenin içi peynir dolgulu meşhur makarnası tortelloniyi tercih ediyoruz.

Beklediğimizden de güzel çıkan makarnayı iştahla yedikten sonra mekandan ayrılıyoruz. 

Bologna’nın sarı ışıklı dar sokaklarında yürüken Mambo Italiona şarkısı dilime dolanmış durumda. Şarkının kahramanı o güzel kadın Sophie Loren’i anarak otelimize doğru yol alıyoruz. Artık biraz dinlenme zamanı.