5 Haziran 2025 Perşembe

İstanbul, Karaköy ve Farklı Lezzetler

Geçtiğimiz günlerde kuzenimle Galataport’da buluştuk. Hem sohbet edelim hem de ılık bahar akşamının tadını çıkaralım dedik. Güneşin 5-10 saatliğine dünyamıza hoşça kal dediği, ayın ise merhaba demeye hazırlandığı saatlerdi. Ah İstanbul… Yine her zamanki gibi çok güzeldi. Onun için çok şeyler yazmak isterim ama kalemin Nazım ile, Orhan Veli ile, Yahya Kemal ile boy ölçüşemez.

İstanbul’u biraz seyrettikten sonra Karaköy’de yer alan Tahin’e gittik. Tahin Lübnan yemekleri yapan bir restoran. Türk mutfağının, dünyada açık ara en iyi mutfak olduğunu düşünsem de farklı tatlar denemeyi de seviyorum. Tabule, falafel, kebap, humus gibi lezzetlerden oluşan oldukça doyurucu bir yemek yedik. Böylece Karaköy’de artık yeni bir yemek noktamız daha olmuş oldu.

Akabinde biraz Karaköy’ü dolaştık. İnsanlar sokaklara yayılmış bahar akşamının tadını çıkarıyordu.

Son noktamız ise Baylan oldu. Kahve ve makarona bol kahkahalı sohbetimiz eşlik etti. Kesinlikle kahve sohbeti diye bir şey var. Yalnız dünyamız neden yuvarlak, kediler kaç yıl yaşar ve bu makaron neden bu kadar pahalı? 😊

31 Mayıs 2025 Cumartesi

Yolculuk Filmleri

Amsterdam’a gidiş ve dönüş yolculuğumda 2 tane film seyrettim ama maalesef iki film de beklentimi karşılamadı.

İlk seyrettiğim film iki sene önce vizyona giren, girdiği dönemde de oldukça popüler olan Barbie filmi oldu. Filmin konusu ise şöyle; filmde iki tane dünya var. Bir tanesi üzerinde yaşadığımız gerçek dünya diğeri de Barbie dünyası. Barbie bir gün kendi dünyasından gerçek dünyaya gelmek zorunda kalıyor ve olaylar gelişiyor. Aslında filmin amacı kadın haklarını savunmak, kadınların birçok alanda yaşadığı zorlukları göstermek üzerine kurulu. Aralara serpiştirilmiş olan kinayeli mesajları güzel bulmakla beraber filmin genelinde maalesef sıkıldım.

Dönüş yolunda seyrettiğim film ise başrolde Tom Hanks’in oynadığı “Burada” filmi oldu. Bu filme büyük beklenti ile başladım. Çünkü bugüne kadar içinde Tom Hanks’in olduğu beğenmediğim bir film olmamıştı. Yeşil Yol, Forrest Gamp, Er Ryan’ı Kurtarmak…vs hepsi birbirinden güzel filmler. Ancak bu film maalesef beni hayal kırıklığına uğrattı. Film bir evde geçiyor ve dünyanın ilk kuruluşundan bu yana o evin bulunduğu arsada yaşayan insanların öyküleri anlatılıyor. Aslında filmin düşüncesi güzel, film içindeki bazı detaylar da çok güzel. Ancak genel anlamda çok sıkıcı bir filmdi. Filmin sonların doğru dakikaları saydım diyebilirim. Yine de izlemek isteyen olursa şimdiden iyi seyirler…

Keyifle kalın…

27 Mayıs 2025 Salı

Amsterdam’a Veda

Kırmızı bisikletlerin ardından kanallara bakarak Anne Frank House’ a doğru ilerliyoruz.

Anne Frank’in Hatıra Defteri isimli filme de konu olmuş evi dışarıdan fotoğraflıyoruz. 

Sırada kanal turu var. Hava şansımıza güneşli dolayısıyla üstü açık teknelerden birinde yerimizi alıyoruz ve kanallar arasında dolaşmaya başlıyoruz. Gezi boyunca rehberimiz evlerle, mahallelerle ve yerel halk ile ilgili birçok bilgi veriyor.

Kanal turunun ardından karnımızın acıktığını hissettiğimiz için bu sefer kendimizi uzun bir sırada buluyoruz. Fabel Friet’dan patates kızartması almak için sıradaki belki 50.kişi olarak bekliyoruz:) Ancak sıra o kadar hızlı ilerliyor ki sohbet ederken sıranın bize gelmiş olmasına şaşırıyoruz.

Son yıllarda yediğimiz en lezzetli patates…  

Amsterdam’ın en ünlü çikolatası ise Tony’a Chocolonely. Burada envai çeşit çikolata bulmanın yanısıra isme özel çikolata da yaptırılabiliyor.

Biz geç kaldığımız için isme özel çikolata yaptıramıyoruz.

Ve son durağımız De Beurspassage oluyor. Tavan süslemeleri ile göz kamaştıran pasajı da gördükten sonra artık Amsterdam ile vedalaşabiliriz.

Dolu dolu geçen ve keyifle akan 4 gün için teşekkürler Amsterdam 😊

23 Mayıs 2025 Cuma

Işık Müzesi ve Biraz Daha Amsterdam

Sabahın ilk ışıkları ile uyanıp yine yollara düşüyoruz ama önce kahvaltı. Bu sefer kaldığımız otelin mahallesinde yer alan bir kahvaltıcıyı tercih ediyoruz. Yumurtalı ekmekler ve nefis pancakeler ile kilomuza kilo kattıktan sonra artık merkeze doğru yürüyebiliriz.

Sabahın sessizliği ve kanalların verdiği huzur hissi…

Bugünkü ilk durağımız Fabrique Des Lumieres yani ışık müzesi. Amsterdam, müze bakımından misafirlerine oldukça fazla seçenek sunan bir şehir. Van Gogh, Rijksmuseum gibi sanata doyuran müze ziyaretleri yapmak mümkün. Ancak biz biraz daha farklı olması açısından ışık müzesini tercih ediyoruz.

Burası çok büyük bir parkın içinde yer alan bir müze.  Gün boyunca ışıklı görüntülerle Antik Mısır hikayesi, Hollandalı sanatçılar sunumu ve denizaltı gösterisi olmak üzere 3 farklı sunum yapılıyor. 

Biz Antik Mısır’ı tercih ediyoruz. 1 saat boyunca duvarlara yansıtılan ışıklarla Mısır’ın doğuşunu, krallarını, örf ve adetlerini seyrediyoruz.

Ayrıca gösterinin bitiminde ekstra olarak Fransız sanatçı Jean Leon Gerome’ye ait eserlerle ilgili 15 dakikalık bir sunum yapılıyor.

Müze sonrası Amsterdam sokaklarına karışarak Winkel 43’e gidiyoruz. Winkel 43 elmalı turtası ile meşhur bir cafe. Çok da bir şey beklemeden gittiğimiz cafenin hem elmalı turtasına hem de kahvesine bayılıyoruz.

Kültür dozumuz yüklendiğine ağzımız da tatlandığına göre Amsterdam’ı gezmeye devam…

19 Mayıs 2025 Pazartesi

Bir Sahil Kasabası : Volendam

Bundan tam 14 sene önce ailemle ayak bastığım bu kasabaya bu sefer kuzeninle geliyorum. Sabahtan beri doğanın içinde olmak iştahımızı açmış olmalı ki ne Volendam’ın güzel evleri ile ne peynirleri ile ne de alışveriş ile ilgileniyoruz. İlk işimiz buralara özgü bir yemek olan Kibbeling’i tatmak.  Kızarmış balık parçalarından oluşan Kibbeling’imizi aldıktan sonra doğru deniz kenarına iniyoruz ve ayaklarımızı denize uzatarak iştahla yemeğimizi yiyoruz.

Sonrasında Volendam sokaklarını arşınlamaya başlıyoruz. Evler o kadar güzel ki sokak aralarında dolaşmak çok keyif veriyor.

Akabinde peynir alışverişi yapmak üzere Volendam’ın ünlü peynir fabrikasına gidiyoruz.

O kadar çok peynir çeşidi var ki hangisini alacağımızı şaşırıyoruz. Peynir almadan önce tadım şansı da veriyorlar. Bu yüzden birçok peynir deniyoruz. Klasik, trüflü, acılı, pestolu….vs. Yok artık diyerek hindistancevizli ve lavantalı peynir de denedikten sonra kararımızı veriyoruz.

Peynir fabrikasından çıkarken kuzenim tatlı bir şey yiyelim mi diyor. Evet evet doğada olmak kesin acıktırıyor. Meltem klasik waffle tercih ederken ben tercihimi Hollanda’ya özgü bir tatlı olan stroopwafle dan yana kullanıyorum.

Biraz daha Volendam’ı gezdikten sonra artık dönüş vakti. Yarın Amsterdam’da dolu dolu bir gün bizi bekler. 

13 Mayıs 2025 Salı

Lego Evler, Yel Değirmenleri ve Doğa…

Sabah erken saatlerde uyanıp kendimizi dışarı atıyoruz. Mayıs ayı olmasına rağmen Amsterdam’da beklenmeyen güzellikte bir hava var. Güneş tüm sıcaklığı ile sabahın erken saatlerinde şehri ısıtmaya başlamış.

İlk durağımız vitrininde envai çeşit pasta, turta ve kekler olan bir fırın. Burası sabah kahvaltısı için adresimiz.

Kanal kenarında yer alan fırının o sabah ilk müşterileriyiz. Dolayısıyla kanala açılan balkondaki en güzel masa bizim 😊

Kahvaltı sonrası Amsterdam’a yakın köyleri gezmek üzere merkez tren istasyonuna doğru yürümeye başlıyoruz. Tren istasyonunda ise beklemediğimiz can sıkıcı bir şey yaşıyor, bilet gişesindeki adamla kavga ediyoruz. Daha doğrusu adam bizimle kavga ediyor. Adama bilet almak istediğimizi anlatıyoruz ve adam da biletimizi vermeye çalışıyor. O esnada ben “tek kullanımlık değil, günlük bilet değil mi” diye soruyorum. Adam sorumu cevaplamıyor direkt ödemeye geçiyor. Ben bir kez daha sorumu yineleyince bu sefer sinirli bir şekilde yanıt veriyor. Bunun üzerine kuzenim derdimizi anlatmaya çalışıyor ve adamın sinirinden o da nasibini alıyor 😊 Neyse karşılıklı söylenmelerle biletimizi alıyoruz ve sıradan çıkıyoruz. Tam sıradan ayrılırken arkamızdan sesleniyor ve yolu tarif etmek istiyor. O kadar sinirlenmişiz ki biz buluruz diyoruz ve gidiyoruz. Platformu da otobüsü de bulup yola çıkıyoruz. Yolda kendi aramızda yaptığımız konuşmada vardığımız kanı şu : Amsterdam halkı kesinlikle turiste karşı misafirperver değil. Bu tarz ufak tefek şeyler tatil boyunca hep yaşadık diyebilirim.

Veee Zaandam’dayız. Zaandam, Amsterdam yakınlarında lego evleri ile ünlü küçük bir kasaba.

İşte en ünlü yapı da burası. Kasaba daha çok bir film stüdyosunu andırıyor.

Zaandam’ı gezdikten sonra bu sefer yel değirmenleri ile ünlü bir köye Zaanse Schans’a doğru yola çıkıyoruz.

Zaanse Schans’a vardığımız ilk anda yüzümüzde kocaman bir gülümse oluşuyor. Çünkü bizi ilk karşılayan köy sakinleri doğal ortamında otlayan inekler oluyor.

Köyün içine doğru ilerledikçe aşağıdaki harika manzara ile karşılaşıyoruz. Göz alabildiğinde uzanan bir yeşillik, bir dere, yel değermenleri ve minik köy evleri… Aklımdan ilk geçen ünlü Hollandalı ünlü ressam Van Gogh oluyor. Van Gogh o tabiat resimlerini kesin bu köyden esinlenerek yapmıştır diyorum 😊

Yel değirmenleri arasında gezdikten ve doğanın içinde yürüyüş yaptıktan sonra sıra geldi ayakkabı atölyesi gezmeye. Hollanda klasik tahta takunyaları ile ünlü bir ülke. Günümüzde bu takunyalar artık kullanılmasa da turistik malzeme olmaya devam ediyor.

Atölyenin kurucu ailesi…

İçeride sergilenen bazı takunyalar…

Burada biraz dolaştıktan ve ayakkabı imalatını seyrettikten sonra bu sefer burnumuza gelen kakao kokusunu takip ederek sıcak kakaolarımıza kavuşuruyoruz. Yel değirmenlerini seyredip, kakaonun tadını çıkarırken bir sonraki durağımız olan Volendam hakkında sohbet ediyoruz.

9 Mayıs 2025 Cuma

Amsterdam

İçinde olmayı sevdiğin bir mekan söyle deseler hiç kuşkusuz havalimanları başı çeker derim😊Elimde çekçekli bavulum, sırtımda çantam, aklımda Amsterdam havalimanın kaosu içinde ilerliyorum. Biraz dükkanlara bakıyorum, biraz insanları gözlemliyorum. O esnada uçuş panosunda bir rötar dikkatimi çekiyor, tam 2 saatlik bir rötar. Evet benim uçuşum. Çok hafiften canım sıkılsa da yine de bu durum keyfimi kaçırmaya yetmiyor. O halde bir kahve diyorum ve kahvemi içerek, kitabımı okuyarak zamanın geçmesini bekliyorum.

Vakit gelince de havadayım.

Amsterdam’a varmamın ardından merkez tren istasyonuna hareket ediyorum. Aynı dakikalarda merkez tren istasyonuna inen biri daha var o da kuzenim Meltem. 6 aydır görüşmemenin verdiği özlemle birbirimize sarılıyoruz ve otele hareket ediyoruz. Otele eşyalarımızı bırakmamızın ardından ise Amsterdam sokakları bizi bekler.

Kanallar arasında sohbet ederek yürüyoruz ve yemek yiyeceğimiz bir yer arıyoruz.

Kafamıza göre seçtiğimiz bu yerde havanın güzelliğinden midir, birbirimizi uzun süre görmediğimizden midir bilmem yemek çok lezzetli geliyor.

Sonrasında biraz da ağzımızı tatlandırmak için Amsterdam’ın meşhur kurabiyecisi Van Stepele Koekmakerij’e uğruyoruz. Uzun kuyruk bizi yıldırmıyor ve beklemeye başlıyoruz. En sonunda sıra bize geliyor ve kurabiyelerimizi alıyoruz. Kuyrukta beklemeye değer mi derseniz evet kurabiyeler güzel ama çok vaktiniz yoksa es geçebileceğiniz bir yer olduğunu da gönül rahatlığı ile söyleyebilirim. Günün sonunda dünyanın en iyi kurabiyesi değil 😊

Veee Dam Meydanı… Bundan 15 sene önce gelip burada fotoğraf çektirmiştim. Aynı pozu vererek bir fotoğraf daha çektiriyorum.

Bir sonraki durağımız ise ünlü alışveriş merkezi Magna Plaza. Alışveriş merkezi dediğime bakmayın bir pasajdan hallice bir alışveriş noktası. Alışverişten ziyade tarihi bir yapı olması ve mimarisi ilgi çekici.

Akabinde Damrak caddesi boyunca yürüyoruz. Bazen dükkanlara giriyoruz bazen de çevreyi unutup koyu bir sohbete dalıyoruz.

Tüm bunlar olurken hava kararmaya başlıyor ve Amsterdam ışıklarını yakıyor. Böylece şehirdeki ilk günümüzü noktalıyoruz.