18 Kasım 2025 Salı

İstanbul Arkeoloji Müzesi

Daha önce birkaç gezip blogumda da yer verdiğim bu müzeden bir kez daha bahsetmek istiyorum. İçinde geçmişe dair çok kıymetli parçalar barındıran bu müze tarih tutkunları için vazgeçilmez bir yer.

Müze; M.Ö, M.S, Roma Dönemi, Truva ve Mermer Kentler gibi çeşitli bölümlere ayrılmış durumda. Her bir bölümde de birbirinden farklı çok değerli eserler sergileniyor. Burada bugün sadece birkaç eserden bahsedeceğim ama görmek isteyenler müze kart ile daha detaylı gezebilir.

Tarihi parçalar Atina, Manisa, Aydın, Yunan Adaları ve Büyükada gibi çeşitli bölgelerde yapılan kazı çalışmalarında gün ışığına kavuşturulmuş.

Müze girişinde Apollo, Ares, Demeter gibi mitolojik dünyaya ait heykeller yer alıyor.

M.Ö 13. yüzyıla ait ay tutulması kehanetlerini içeren bir yazıt… Anladığım kadarıyla astroloji her daim popülermiş😊

M.S ilk yüzyıllara ait sikkeler… 

Batı Anadolu’dan çıkarılan seramik örnekleri…

Kolyenin güzelliği…

Muhtemelen Roma döneminde kullanılmış taçlar…

İskender Lahiti…

Ağlayan Kadınlar Lahiti… (Kadınların yüzündeki hüzünden ötürü lahitte bir yas gününün işlendiği düşünülüyor)

Müzede Kadeş Anlaşması, İlk Aşk Mektubu gibi önemli eserler de bulunmakta. Ancak bu eserler şu an tadilatta olan Çinili Köşk içinde yer almakta. Birkaç aya Çinili Köşk yeniden ziyarete açılacakmış. O zaman bir daha yolumuzu düşürmek üzere diyelim ve müzenin bahçesine geçelim 😊

Müzeden çıktıktan sonraki durağım Sultanahmet Köftecisi oluyor.

Sonrasında da yeni yerler keşfetmeye başlamadan evvel bir kahve molası…

14 Kasım 2025 Cuma

Tarih Kokan Bir Hafta Sonu

Geçtiğimiz hafta sonu havanın da güzel olmasını fırsat bilerek bir zamanlar İstanbul’un kalbinin attığı semtlerde dolaşmak üzere evden çıkıyorum.

İlk durağım İstanbul Üniversitesi’nin de üzerine bulunduğu Beyazıt Meydanı oluyor.

Meydanda biraz dolaştıktan sonra İstanbul’un 7 tepesinden ikincisi olan Çemberlitaş’a geçiyorum. Böylece Konstantin onuruna 330 yılında dikilen ve yüzlerce yıldan beri İstanbul’un önemli anıtları arasında varlığını koruyan sütunu bir kez daha görmüş oluyorum.

Çemberlitaş meydanında közde simit yapması ile ünlü bir simitçi var. Yolum oralara düşmüşken ve bir şey yemeden evden çıkmışken günün ilk öğünü belli olmuş oluyor.

Sıcacık, acukalı simitimi yiyerek İstanbul’un 1.tepesinin yani Sultanahmet’in yolunu tutuyorum.

Sultanahmet'te ilk durağım Milyon Taşı. Bir zamanlar dünyanın merkezi olarak kabul edilen bu taşın önünden her gün binlerce kişi belki farkında olmadan geçip gidiyor. Roma döneminin simgesi olan bu taş ise insanların tüm ilgisizliğine rağmen İstanbul’un önemli anıtları arasında yer almaya devam ediyor.

Amacım daha önce defalarca kez gezdiğim İstanbul Arkeoloji Müzesi’ni bir kez daha gezmek. Ancak Topkapı Sarayı önünde uzun bir kuyruk olma ihtimaline karşın müzeye Gülhane kapısından girmeye karar veriyorum.

Sabahın ilk ışıklarından kalma çiğ taneleri hala her yerde. Bir de buna toprak kokusu eklenince Gülhane’nin ortamı bana çok huzurlu geliyor.

Arkeoloji müzesine giden yol…

Veee İstanbul Arkeoloji Müzesi… Bakalım bu sefer daha önce keşfetmediğim neler keşfedeceğim.

7 Kasım 2025 Cuma

Beyoğlu, Sakarya Tatlıcısı ve Kuğu Gölü

Kapalı gişe gösterimi devam eden Kuğu Gölü için şans eseri bilet bulabilmiştim.Akm’de sahnelenecek gösteriye giderken babama hadi gösteri öncesi Beyoğlu’nda beraber gezelim diye teklifte bulundum. Böylece kendimizi İstiklal Caddesi’nde bulduk. Havanın da güneşli olması dolayısıyla Tünel’e kadar yürüyüş yaptık.

Malum mevsim sonbahar mevsimi… Bu da demek oluyor ki ayva mevsimi…Beyoğlu balık pazarı içinde yer alan Sakarya Tatlıcısı da ayva tatlısı ile ünlüymüş. Öyleyse uğrayıp bir ayva tatlısı yiyelim dedik.

Ayva tatlısı siparişi verirken tezgahta bize gülümseyen ekmek kadayıfını da görmemezlikten gelemezdik 😊

Tatlı sonrası ise ben Akm’nin babam da evin yolunu tuttu. Biraz erken vardığım için bekleme süresini kahve ile değerlendirdim.

Salon tek bir koltuk boş kalmayıncaya kadar doldu.

Veee Kuğu Gölü…Bir Fındıkkıran kadar olmasa da keyif veren güzel bir gösteriydi.

22 Ekim 2025 Çarşamba

Karaköy ve Bienal (Son Bölüm)

Bienal kapsamında Karaköy’de gezdiğim son iki mekan Muradiye Han ve Galeri 77 oldu.

Galeri 77’de yer alan en dikkat çekici sergi Dilek Winchester’e ait olan unutulmuş ya da kullanılmamış Arnavut alfabesini anlatan sergiydi.

Binada yer alan diğer önemli sergi ise Ola Hassanain’in Fısıldayan Baraj sergisiydi. Sudan’ın El Cezire bölgesinde yer alan Sennar Baraj’ının heykelsi bir forma dönüştüğü sergiye ilgi fazlaydı.

Galeri 77’nin hemen karşısında ise Muradiye Han yer almakta. Burada tek sergi vardı. O da Venezuella’lı bir sanatçının altın madeni işçiliğini anlattığı sergi.


Bieanal gezisi sonrası Karaköy sokaklarında biraz daha dolaştım. Bazı sokaklar şemsiyelerle renklenmişken bazı sokaklarda da süslü hanımlar bizi karşılıyordu 😊

Veee günün tatlı yorgunluğunu atmak için kahve molası…


17 Ekim 2025 Cuma

Karaköy ve İstanbul Bienali (2.Bölüm)

Karaköy’de bulunan Zihni Han, bienal kapsamında en fazla serginin olduğu yer. 6 kattan oluşan hanın her bir katında farklı sergiler bulunmakta.

Hanı gezmeye en üst kattan başladım. En üst katın muhteşem manzaraya açılan  terası da sergi için kullanılmış durumda.

Teras katındaki sergide Lübnan’lı sanatçı Marwan Lechmaoui beni çocukluk yıllarıma götürdü.

Sallanan atlar…

Sapanlar…

Birleşik Arap Emirliği’ne mensup başka bir sanatçı körfezde yoğunlukla kullanılan sandalet teması üzerine yoğunlaşmıştı.

Elif Saydam, renkli, lamine plastik levhalardan oluşan eseri ile sanatseverleri rengarenk bir yolculuğa çıkarıyordu.

Zihni Han'da ilgi çekici sergilerden biri ise Bosna Hersek’li sanatçı Selma Selman benim mesleğime atıfta bulunduğu sergi idi😊

Resim sergisi çok azdı. Az olan sergilerden biri Çinli bir sanatçının Ağaçlar ve Kökler sergisiydi.

Diğeri ise Amerikalı bir sanatçının çevresel sorunları işlediği sergiydi.

Zihni Han’dan sonra Karaköy’de bulunan iki bienal mekanını daha gezdim. O da bir sonraki yazıda….

16 Ekim 2025 Perşembe

Karaköy ve İstanbul Bienali (1.Bölüm)

Bu sene İstanbul Bienali mekanları Karaköy ve Beyoğlu civarında konuşlanmış durumda. Geçtiğimiz hafta sonu hem sergileri görmek hem de dışarıda biraz vakit geçirmek amacıyla sabahın erken saatlerinde evden çıktım. İlk durağım Galataport oldu. Henüz İstanbulluların sokağa dökülmediği, şehrin tadını martıların çıkardığı saatlerdi.

Yavaş yavaş Karaköy sokaklarında dolaşarak Fransız Geçidi’ne vardım.

Son zamanlarda favori kahvaltıcım olan Mums’da tesadüf eseri bulduğum son boş masaya yerleşerek siparişimi verdim. Sanırım bienal dolayısıyla Karaköy her zamankinden daha kalabalıktı.

Kahvaltı sonrası sergi gezime Meclisi Mebusan No : 35 ile başladım. Burada 3 ayrı sanatçının eserleri vardı.

Üst katta Eva Fabregas'e ait Sızıntılar sergisi yer alıyordu. Sanatçı insan vücudundaki bağırsak, işkembe gibi organlardan ilham alarak bu sergiyi oluşturmuş.

Alt katta ise bir Yunan sanatçının ahşap heykel servisi vardı. Yunanlıların ilk çağ dönemlerine atıfta bulunan bu serginin bir de kısa filmi salonda gösterimdeydi.

Meclisi Mebusan’dan çıktıktan sonra ise Karaköy Külah Fabrikası’na geçtim. Böylece bienal sayesinde bir zamanlar şehrin göbeğinde külah üreten bir fabrika olduğunu da öğrenmiş oldum.

Açıkçası gördüğüm sergiler arasında en az keyif aldığım yer burası oldu. İki bölümden oluşuyordu. Birinci bölümde Kosovalı bir sanatçının lokum fabrikasında çalışan kadınların emeklerini anlattığı bir sergi diğer bölümde de İspanyol bir sanatçının kısa videolu anlatımı vardı.

Bienalin en kapsamlı sergileri ise Zihni Han’da yer alıyordu. O da bir sonraki yazının konusu olsun mu?

30 Eylül 2025 Salı

Yaz Bitmeden Denizle Buluşma

Son bir yıl, önceki yıllardaki yoğunluklarımı unutturacak kadar zor geçti. Hem fiziken hem de mental olarak çok yoruldum. Bir yıl içinde toplamda sadece 4 gün yıllık izin kullandım ta ki Eylül’e kadar. Eylül’de ise nihayet 1 haftalık izne çıktım ve ailece Fethiye’ye gittik. Fethiye uzun yıllardır tatil için tercih ettiğimiz bir yer. Orada güne başlamak, günü batırmak, yürüyüş yapmak hepsi ayrı ayrı keyif veriyor.

Tatil boyunca sabahları güne erken başladık. Gün batımını severim ama gün doğumuna sanırım aşığım. Sabah uyanır uyanmaz o denizin üzerindeki eflatun, pembe sarı renk cümbüşünü seyretmek tam bir göz ziyafeti.

Henüz kimseler yokken kuşlar bile yeni yeni cıvıldamaya başlamışken plaja inip çakıl taşlarının üzerine oturarak denizi ve gökyüzünü seyretmek çok güzel.

Peki ya sabah kahvesi? Ben gün içinde çok sık kahve içen biri değilim ve kahveyi daha çok sabah saatlerinde sevenlerdenim. Bir de sabah kahvesine güzel bir manzara eşlik ediyorsa daha ne olsun…

Sanırım tatilin en kötü yanı kilolara katılan yeni kilolar 😊

O zaman yemekten sonra biraz yürüyüş yaparız.

Renga rengarenk…

Tabii ki tatilin olmazsa olmazı kitaplarım 😊Okuduğum kitapları ayrı bir yazıda paylaşacağım.

Ya gün batımları?

Kızıl havaları seyret ki akşam olmakta…

İşte böyle… Lezzetli yemekler, buz gibi içecekler, gün doğumları, gün batımları, tuzlu su ve dinlenerek senenin yorgunluğunu atma derken bir tatil sona erdi. Darısı isteyen herkesin başına :)