30 Aralık 2014 Salı

Bir Sene Daha Bitti

2014’ü sevdim mi sevemedim mi inanın bilmiyorum. 2014’de bir çok mutlu gün geçirdim ama bir o kadar da hüzünlü günüm oldu. Geriye dönüp 2014’e baktığımda belleğimde yer etmiş bir çok anım olacak ama 2014 yılı asla 2013 yılı gibi hafızama kazınmayacak.

Bakalım nasıl geçmiş 2014?
2014 çok güzel seyhatler yaptığım bir yıl oldu. Mayıs ayında İspanya’nın güneyini yani Endülüs bölgesini ve Portekiz/Lizbon’u kapsayan bir seyahatim oldu.

Fethiye ve Marmaris tatilleri güneşe doyduğum, dinlendiğim tatillerdi.
İstanbul her zaman olduğu gibi vazgeçilmezimdi J
Bol bol okudum...
Bu sene epi topu 15-20 tane film seyredebildim L
Tatlılar, tuzlular, içecekler...Epey iştahlı bir sene oldu.
İşte böyle geçti bir yıl...Bakalım 2015 neler getirecek?
Mutlu seneler diliyorum....

26 Aralık 2014 Cuma

Soğuk Algınlığı ve Bir Film

Şu sıralar ufak bir soğuk algınlığı geçiriyorum. Artık şunu iyice anladım. Hastalıklar çoğunlukla sinir sitemi ile ilgili. Duygusal açıdan ne kadar huzurlu ve mutlu iseniz hastalıklara karşı direnciniz de o kadar fazla oluyor. Sıkı giyinip üşütmemek, bol bol C vitamini almak..vs hastalığı tabi ki engelliyor ama asıl önemli olan sinir sistemi. Son bir kaç aydır özellikle son 3-4 haftadır biraz daha gergin ve olaylar karşısında biraz daha kırılganım. Bunun sonucu da bana boğaz ağrısı ve halsizlik olarak geldi. Artık yapacak bişi yok. Nane limon kabuğu bir güzel kaynasın ama ha ha ha ha ha J

Bu arada yeni bir film seyrettim. Türkçeye Aşk Tarifi  (böyle 2 tane film var, birinde Catherine Zeta Jones oynuyor, bu değil) ismi ile çevrilmiş olan The Hundred Foot Journey. Filmin başrol oyuncuları Hellen Mirren, Om Puri ve Manish Dayal. Filmde, Hindistan’da ünlü bir restoran işleten bir ailenin çeşitli sebeplerden ötürü Avrupa’ya göç etmesi ve bazı tesadüfler sonucu Fransa’nın bir köyüne yerleşmesi anlatılıyor. Burada hint yemeklerini Avrupalı halka sevdirmeye çalışan ailenin dişli bir rakibi vardır. Eğer keyifli 1-2 saat geçireyim, kafam dağılsın derseniz bir de yemek yemeyi ya da yapmayı seven biriyseniz bu filmi kesinlikle öneririm.

Benden bu kadar. Hadi iyi seyirler...

23 Aralık 2014 Salı

Mihrimah Sultan Camii

Mihrimah Sultan, Kanuni Sultan Süleyman’ın Hürrem Sultan’dan olan tek kızı. Adına İstanbul’da iki tane cami yapılmış. Her iki caminin de mimarı Koca Sinan. Camilerden biri Edirnekapı’da yer alırken diğeri Üsküdar’da bulunuyor. Edirnekapı’daki camiden http://yasamizi.blogspot.com.tr/2013/04/altnc-tepede-zarif-bir-cami.html yazımda bahsetmiştim.

Geçen haftalarda – Kız Kulesi’ne gittiğimiz gün - Üsküdar’daki Mihrimah Sultan Camisini de ziyaret etme şansımız oldu.
Mimar Sinan, caminin her köşesinde yine yeteneğini sergilemiş. Sinan’ın eserlerinde dikkatimi çeken bir nokta var. O da şu; eserlerinde öyle büyük şaşaa/şatafat yok. Öte yandan akıl almaz ayrıntılar ve zerafet var. Aynı Edirnekapı’daki cami gibi burası da çok zarif olmuş. Ancak Edirnekapı Mihrimah Sultan Camisini daha çok beğendiğimi söyleyebilirim. Zaten Edirnekapı’daki caminin inşaatı  mimarın daha fazla ustalaştığı döneme denk geliyor.
 
Her iki caminin de bir hikayesi var. Daha evvel ki yazımda bu hikayeyi paylaşmıştım. Şimdi bir daha paylaşayım.
“Kanuni Sultan Süleyman,  kızı Mihrimah Sultan’ı  evlendirmeye karar verir. Mihrimah Sultan’ın iki talibi vardır; Rüstem Paşa ve Mimar Sinan. Sultan Süleyman eşi Hürrem Sultan’ın da teşvikiyle kızını Rüstem Paşa’ya verir. O andan itibaren Mimar Sinan,  Mihrimah Sultan’ a olan aşkını kalbine gömer. Sonraları Mimar Sinan’dan, Mihrimah Sultan adına bir cami inşa etmesini isterler ve yer seçimini kendisine bırakırlar. Büyük mimar böylece Mihrimah Sultan adına yapılan ilk camiyi Üsküdar’a inşa eder. Aradan belli bir süre geçince Mihrimah Sultan adına ikinci bir cami istenir ve seçim yine kendisine bırakılır. Mimar Sinan bu kez camiyi kimselerin pek uğramadığı Edirnekapı’ya inşa eder. Mihrimah Sultan 21 Mart günü dünyaya gelmiştir ve isminin anlamı ay ve güneş demektir. Eğer gece ve gündüzün eşit olduğu 21 Mart ya da 23 Eylül günleri her iki camiyi de görecek yüksek bir tepeye çıkılırsa, Edirnekapıdaki caminin minaresinin ardından güneşin battığı buna karşın Üsküdar’daki caminin minaresinin ardından ayın doğduğu gözlemlenir. Kısacası Mimar Sinan, Mihrimah Sultan’a olan aşkını bu iki eserine yansıtmıştır”

18 Aralık 2014 Perşembe

Üsküdar'ın İncisi

Gönlümün birincisi
Kaçma pencerelerden
Gözüm sendedir

Saçları kıvır kıvır
Yanaklarda gamzeler
Sen bir kere gül
Üsküdar senin olsun

Kayahan’ın söylediği bu şarkıyı çocukluğumda çok severdim. Çünkü şarkının klibinde Kız Kulesi gözükürdü. Kız Kulesi benim için büyülü bir mekandı. Denizin ortasındaydı, öyle hadi gidelim deyince gidilemezdi  ve ilginç bir hikayesi vardı. Yıllar sonra bir gün Kız Kulesi’nin ziyarete açıldığını öğrendim. Tabi ki hemen gittim ve gördüm. Ancak gözümde o kadar çok büyütmüşüm ki artık ne bekliyorsam gittiğimde biraz hayal kırıklığı yaşadım.

Geçen haftalarda bir Pazar günü annemle konuşuyorduk. Birden hadi metro ile Üsküdar’a gidelim dedik. Hem daha evvel hiç kullanmadığımız Marmaray’ı kullanırız hem de Kız Kulesi’nde biraz keyif çatarız diye düşündük.
Üsküdar’dan Kız kulesine ufak teknelerle geçiş imkanı sağlanıyor. Eskiden 7.5 TL olan fiyat şimdi 20 TL olmuş. 3 dakikalık bir geçiş için bu fiyat bana pahalı geldi açıkçası. Ancak yüzmekten başka buraya ulaşma imkanımız olmadığı için mecburen bindik tekneye.
Kız kulesinde giriş katta ve diğer katlarda farklı restoranlar bulunuyor. Daha önceki gelişimizde sadece giriş kattaki restoran açıktı diye hatırlıyorum. Cam kenarı bir masaya yerleştik ve siparişimizi verdik. Mekanın ambiyansı çok hoş. Özellikle akşam yemeği için tercih edilebilir. Böyle sevgili ile gidilesi bir mekan Kız Kulesi :)

Ayrıca giriş katta  kız kulesine ait hediyelik eşyalar satan bir stand bulunuyor.
Üsk katlara çıktıkça Kız Kulesi ile ilgili anlatılan efsanelerin  resmedildiğini görüyoruz. Bu efsanelere http://www.kizkulesi.com.tr/GecmistenGunumuze.asp sayfasından ulaşılabilir.
1.Hikaye : Hero & Leandros  hikayesi...
2.Hikaye : Kralın kızı ve yılan
3.Hikaye : Battal Gazi
Kulenin en üst katında ise bir seyir terası bulunuyor. Burada istenirse gözlem yapılabiliyor. Bizim gittiğimiz gün hava çok puslu olduğu için pek bişi görünmüyordu.
 

15 Aralık 2014 Pazartesi

Mimlenmişim Yine :)

http://yaseminselmuhabbet.blogspot.com.tr sahibi Yasemin beni mimlemiş. Bakalım neler sormuş ve ben nasıl cevaplamışım :)

Yalnızken ne izler ve okursun?
Fantastik /Bilim kurgu hariç her türde kitap okurum ve film seyrederim.

Kendine ayırdığın zamanda ne giyersin?
Valla bu ruh halime göre değişir. Jean, t-shirt ile de sokağa çıkabilirim, şıkır şıkır bir elbise ile de. Yalnız evdeysem pijama ile gezmeye bayılırım J

Me-time güzellik ürünlerin nelerdir?
Göz kalemi, ruj ve oje vazgeçilmezim.

Aktüel en sevdiğin ojen hangisi?
Golden Rose pembe oje. Bir ara kullandığım numara piyasadan kalkmış, bulunmuyordu. Watsons’da bulunca aynı numaradan tam 14 tane alarak satış personelini şaşkına çevirmiştim.

Kendine ayırdığın vakitlerde ne yer ne içersin?
Yalnız kaldığım zamanlarda yediğim özel bişi yok. Her zaman ne yer, ne içersem aynen devam.
Aktüel en sevdiğin mum hangisidir?
Hımmm... Hamam kokulu bir mumum var, onu çok seviyorum. Bir de Bath&Body Work 'den aldığım bazı terapi mumları çok hoşuma gidiyor.

Yalnızken dışarda vakit geçirir misin?
Tek başıma yürümeyi, gezmeyi, yeni yerler keşfetmeyi çok severim.

Tek başına sinemaya film izlemeye gider misin?
Tabi ki giderim.

En sevdiğin online shop?
Online alışverişe mesafeli yaklaşanlardanım. Favorim sanırım D&R.

Eklemek istediğin bir şey var mı?Kendine ayırdığın vakitte ne yaparsın?
Kitap okurum, müzik dinlerim, gezerim tozarım, alışverişe çıkarım bir de puzzle yaparım.

Ben de http://sweetcatquen.blogspot.com/ ve  http://hazioz.blogspot.com bloglarının yazarları Selma ve Hazel’i mimliyorum. 

12 Aralık 2014 Cuma

Kitaplar...

Aynı tür kitapları üst üste okumayı sevmiyorum. Örneğin; bir dünya klasiği okuduysam peşinden bir bestseller kitabı okumayı tercih ediyorum. Yani bir ağır kitap, bir çerezlik kitap gibi bir sıralama takip ediyorum. Bugün, son zamanlarda okuduğum farklı türlere ait 4 kitabı paylaşmak istiyorum.

Ruhi Mücerret : Bir Murat Menteş kitabı. Yazarın daha evvel hiç bir kitabını okumamıştım. Bu kitabı da türünü pek bilmeden bir kaç tahmin yürüterek aldım. Tahminlerime göre 70’li, 80’li yıllarda geçiyor ve türk siyasetine ışık tutuyordu. Ancak konusu beni tam ters köşeye yatırdı. Kitap bir kurtuluş savaşı gazisinin beynine chip yerleştirilmesi ve reklam aracı olarak kullanılması üzerine kurulmuş durumda. Yani bildiğiniz fantastik kitap. Her ne kadar fantastik türü sevmesem de okumakta fazla zorlanmadım. Bu arada kitabın kapağı da çok hoş. Kapakta bir tv var. Kitabı aşağı tutarsanız karşınıza Cüneyt Arkın yukarı tutarsanız Orhan Gencebay çıkıyor J
Mart Menekşeleri : Bir Sarah Jio kitabı. Sarah Jio ve kitaplarına uzun süre mesafeli yaklaştım. Ne zaman kitapçıya uğrasam çok satanlar rafında  yazarın kitapları karşıma çıkıyordu. Ancak kitaplarından birini almaya bir türlü elim varmıyordu. Benim için klişe kitaplar yazan ve best seller olan Amerikalı bir yazardı.  Neyse sonunda yazarın Mart Menekşeleri isimli kitabını aldım ve çok severek okudum. Mart Menekşeleri, akıcı bir dille ve muhteşem tasvirlerle yazılmış bir roman. Bir solukta okunuyor.
Hümeyra : Yazarı, Naşide Gökbudak. Naşide Gökbudak’ın da daha evvel hiç bir kitabını okumamıştım. İnternet alışverişimde kitabın indirimde olduğunu görerek sipariş verdim. Valla kitap kendini okutturdu ama çok da zevk vermedi L Klasik türk filmi tadındaydı. Öyle ki kitabın baş kahramanlarından birinin adı Nejat artık türk filmi bağlantısını siz düşünün J
Kırmızı Pazartesi : Gabriel Garcia Marquez kitabı. Tüm kitapları hemen hemen bir klasik haline gelen yazarın daha evvel “Kolera Günlerinde Aşk” isimli kitabını okumuştum. Kırmızı Pazartesi’nin konusu ise küçük bir kasabada geçiyor ve töre cinayeti üzerine kurulu. Ben çok beğendim. Hatta Kolera Günlerinde Aşk adlı kitabından daha çok beğendiğimi söyleyebilirim.

9 Aralık 2014 Salı

Yeni Yıl Hazırlıkları ve Mrs.Dalloway

Aralık ayı...Yılbaşı hazırlıklarının tavan yaptığı bu ayı seviyorum. Caddeler, sokaklar şimdiden ışıl ışıl oldu. Dev çam ağaçları rengarenk toplarla süslendi. Mağazalarda hem promosyonlar hem de ürün çeşitliliği arttı. Herkes de tatlı bir telaş var. Kimi yılbaşında kuracağı sofranın detayları ile uğraşıyor, kimi sevdiklerine ufak tefek bir şeyler alma derdinde kimi de 2014 yılında gerçekleştiremediği istekleri için 2015 yılına planlar yapıyor. Ben de hafta sonu yakınlarıma çam sakızı çoban armağını bir şeyler aldım. Hediye vermek için  illa ki özel bir gün (yılbaşı, sevgililer günü, anneler/babalar günü..vs) olmasını beklememe taraftarı olsam da böyle günler de hediyeleşme için vesile oluyor. Ayrıca hafta sonu evdeki çam ağacını kurdum. Kırmızı ve dore süslerle donanan çam ağacı bir aylığına salondaki yerini aldı.
Aralık ayına ait bir diğer sevdiğim şey ise kuşkusuz salep. Havaların soğumaya başlaması ile sahlep de eve girmeye başladı. Geçenlerde  sahlebim, çikolatalı bisküvilerim ve Mrs.Dalloway ile keyifli bir akşam geçirdim. Mrs.Dalloway, Virginia Woolf tarafından yazılmış bir kitap. Bana bir yakınım tarafından hediye edildi. Konu 1.Dünya Savaşı sonrası Londra’da geçiyor. Kitapta olaylar silsilesi, düğümler, çözümler..vs yok. Roman bilinç akışı tekniği ile yazılmış. Kişilerin bir gün boyunca yaşadıkları ve düşünceleri bize yansıtılıyor. Kitabı zaman zaman Londra sokaklarında gezerek zaman zaman da İngiliz kültürüne şahitlik ederek zevkle okudum.

5 Aralık 2014 Cuma

Batan Geminin Malları Bunlar ! (2.Bölüm)

Haftaya Beşiktaş pazarı ile başlamıştık, Beşiktaş pazarı ile de bitirelim o zaman J Bakalım pazarda başka neler varmış.

Çeşitli kıyafetler...
Bilumum aksesuarlar...
Çoraplar...
Bi de ince çoraplar...
Eee çorap olunca terlik de olur...
Mutfak eşyaları...
Rengarenk magnetler...
İşte Beşiktaş pazarında çektiğim fotoğraflar bunlardan ibaret. Herkese iyi hafta sonları dilerim...

1 Aralık 2014 Pazartesi

Batan Geminin Malları Bunlar !

Böyle bağırırdı çocukluğumda pazarcılar. Artık değişmiş pek sessiz sedasız yapılır olmuş satışlar. Cumartesi günü bu değişime bizzat şahit oldum.

Çocukluğumda annemle beraber Beşiktaş pazarına çok giderdik. Ancak sonraları pazar değişti daha küçük bir alana taşındı ve biz de gitmeyi bıraktık. Yaklaşık 20 senedir pazar civarına uğramıyordum. Geçtiğimiz Cumartesi sabahı hem dolaşmak hem de biraz fotoğraf çekmek amacıyla Beşiktaş pazarının yolunu tuttum.
Pazarın girişi sebze ve meyvelere ayrılmış. Satılan tüm sebze ve meyveler çok tazeydi.

Hamarat hanımlar tarafından sarılmayı bekleyen yapraklar...
Zeytinler...
İştah açıcı görünen turşular...
Kestaneler...
Daha bir çok meyve ve sebze alıcılarını bekliyordu. Tezgahlara biraz göz gezdirdikten sonra iç kısımlara doğru yürümeye başladım. İçerlerde bir kaç çocuk kıyafeti satan tezgah ve bir kaç çantacı vardı.
Ardından üst kat da herhalde buraya benzerdir diye düşünerek üst kata yöneldim. Merdivenleri çıktığım anda nefis bir gözleme kokusu burnuma geldi. Kokuyu takip ederek kaynağını buldum ve hemen kaşarlı gözlememi sipariş ettim.
Gözlemeyi afiyetle yedikten sonra ise sıra geldi üst katı dolaşmaya.
Üst kat alt kata benziyor mu? Hayır, benzemiyor.Bir kere çok ferah (üstü açık olmasından ötürü), çok daha büyük ve oldukça fazla çeşit var. O da artık başka yazıya...
Herkese iyi haftalar..

27 Kasım 2014 Perşembe

Benim Dünyam

Benim Dünyam, geçtiğimiz yıl vizyonda olan bir filmdi. İzlemeyi çok istemiş ama fırsat bulamamıştım. Vizyonda olduğu dönemde oldukça fazla eleştirilmişti. Kopya olduğu, orjinalinin daha iyi olduğu gibi kötü yorumlar almıştı.

Geçenlerde filmi izleme şansı yakaladım. Baş rollerini Beren Saat ve Uğur Yücel’in paylaştığı film Black filminden uyarlanarak beyaz perdeye aktarılmış. Filmin başında da bu açık bir şekilde belirtiliyor. Yani çalıntı falan değil. Valla ben orjinalini seyretmedim ama bu filmi beğendiğimi söyleyebilirim. Beren saat oyunculukta tabiri caizse döktürmüş. Konusu gerçek bir hayat hikayesine dayanıyor. Gözleri görmeyen ve kulakları duymayan bir kızın yaşama tutunma mücadelesi anlatılıyor.
Filmi seyrederken zamanın nasıl geçtiğini farketmedim bile. Eğer henüz seyretmediyseniz kesinlikle tavsiye ederim.
İyi seyirler...

20 Kasım 2014 Perşembe

Ufak Bir Doz Yalnızlık

Kalabalıklar içinde olmayı, gezmeyi tozmayı, yeni yerler keşfetmeyi, doyumsuz sohbetleri, gülmeyi, eğlenmeyi severim. Ancak zaman zaman da yalnız kalmak isterim. Sadece kendimi dinlemek ve düşünmek bana iyi gelir. Geçenlerde tam da böyle duygular yaşadığım bir günde dolabımı açtım ve annemin bana hediye aldığı mumlardan birini çıkardım. Mumu yakmamla beraber etrafa mis gibi koku yayıldı. Bu bile insanı mutlu etmeye yetiyor.
Sonra hadi dedim bir de türk kahvesi bana eşlik etsin. Artık görüşemediğim bir yakınımın hediye ettiği, kullanmaya kıyamadığım fincanımla içtim kahvemi. Bu esnada onun zevkli seçimine hayranlıkla baktım.
Sessizliğin ve loş ortamın tadını çıkaracak kadar oturmak iyi geldi bana. Planlar yaptım, yaptığım planları bozdum, üzüldüm, kızdım, mutlu oldum. Kısacası bir sürü duyguyu aynı anda yaşadım ve ufak bir doz yalnızlığın keyfini sürdüm.

17 Kasım 2014 Pazartesi

Puslu Hava, Tahtakale ve Pandeli

Hafta sonu yine Eminönü civarındaydım. Şunu anladım ki ben orada şarj oluyorum. Eminönü’nde kalabalık içinde dolaşırken, tezgahlardaki incik boncukları incelerken, ufak tefek alışveriş yaparken kaybettiğim enerjimi kazanıyorum.

Cumartesi günü uyandığımda hava puslu ve hafif yağmurluydu. Haliç’te metro’dan indiğim zaman bulutlar iyice alçalmış ve hava kararmıştı. Ancak bu bile İstanbul’un güzelliğine gölge düşürememişti. Haliç’te bir manzara fotoğrafı çektikten sonra Tahtakale’ye doğru ilerledim.
Tahtakale’ye girerken ilk gözüme çarpan eşyalar aşağıdaki sobalar oldu. Bir kaç dakikalığına çocukluğuma gittim. Küçüklüğümde sobalı bir evde yaşardık. Sobanın yanında minderimiz vardı. Orada oturur boyama yapardım. Ayrıca soba üzerinde kestane yapar, ekmek kızartırdık. Ne güzel kokardı evin içi.
Sobacıları geçtikten sonra Tahtakale’nin olmazsa olmazı tahtadan malzemeler satan tezgahları fotoğrafladım. Tahta kaşıkların ve havanların baş köşede olduğu tezgahlarda bal kaşıkları favorim J
Boy boy, çeşit çeşit sepetler alıcılarını bekliyor.
Bu ağaç kalemler çok hoşuma gitti.
Tahtakale'de çok sayıda mutfak malzemesi satan dükkan bulmak mümkün. Aşağıda görünen rengarenk muffin kağıtları pek güzeldi.
Tezgahları tek tek dolaştıktan sonra Mısır Çarşısı’na ulaştım. Çarşının 2.katında gizlenmiş, çok eski bir restoran bulunuyor;Pandeli. 100 yılı aşkın süredir hizmet veren bu restoran sunduğu klasik türk yemekleri ile bir zamanlar kralları, kraliçeleri ağırlarmış. Şimdi daha çok turist yoğunluğunun gözlemlendiği restoranda yine türk yemekleri servis ediliyor. Ben de burada kısa bir mola verip yemek yedim.
Çini döşeli merdivenlerle ulaşılan mekanın içi de çini ile dekore edilmiş durumda.

Ben köfte tercih ettim.
Bademli kurabiyeleri harikaydı J Bir daha buraya sadece kahve içip, bademli kurabiye yemek için uğrayabilirim.
Dönüş youlda ise bir kez daha Haliç’i fotoğrafladım J
Herkese iyi haftalar...