29 Mart 2017 Çarşamba

Sonsuza Kadar Rezerve

Tiyatrodan yeni çıkmış olmamızdan ötürü oyun hakkında konuşa konuşa gideceğimiz mekana vardık. Nereye mi?1930’larda en şaşalı dönemini yaşayan bir mekana, Bolşevik ihtilalinden kaçmış olan Rusların kültürlerini sürdürmek amacıyla kurdukları bir Rus restoranına “Rejans” a vardık.
Merdivenlerden çıkarken dönemin Rus kızlarının sergiledikleri dans gösterilerinin fotoğraflarını seyre dalabilirsiniz.
Kapıdan içeri girer girmez ise sizi bir masa karşılıyor. Masanın üzerinde “Sonsuza Kadar Rezerve “ yazıyor. Üzerinde bulunan bir duble rakı ile masa sonsuza kadar Mustafa Kemal Atatürk için rezerve edilmiş durumda. Atatürk, bu mekana sık sık uğrar rakısını içer, beyaz leblebisini yermiş. O yüzden onun anısına böyle bir şey düşünülmüş.
Mekanın duvarlarında ise geçmişte orada bulunmuş ünlülerin adı yer almakta. Bu ünlüler arasında Greta Garbo, Jack Deleon..vs bulunuyor.
Masamıza geçtikten sonra güler yüzlü bir garson yanımıza gelerek menüyü uzattı.
Biz önce Rusların meşhur borsh çorbasını tercih ettik. Ardından da piroshky, rus salatası ve bir çeşit Rus mantısı olan Pelmeni ile devam ettik.
Yemekler çok lezzetli miydi? Bence o kadar da değildi. Eh işte fena değil diyeceğimiz türdendi. Ancak ambiyans harikaydı.

Yemek esnasında bir kişi arp çalarak kulaklarımızın pasını sildi. Müzik güzeldi ama yine de küçük bir balalayka gösterisi olsa sanki mekana daha çok uyardı.
Şimdilik benden bu kadar…Keyifle ve keşifle kalın J

27 Mart 2017 Pazartesi

Baştan Sona Nostalji Kokan Bir Cumartesi

Cumartesi günü benim için yoğun ve stresli başladı. Sabah erken saatlerde İtalyanca sınavına girdim. Orta seviyeye geçebilmek için önemli bir sınavdı. Fena geçmedi, bakalım şimdi sonucu bekliyorum.

Sonrasında yine Yaseminella ile buluştuk. Yemek yedikten sonra bu sefer kahve molamızı Lebon Pastanesi’nde verdik.
Eski pastanelerin, restoranların hala hizmet vermesi çok hoşuma gidiyor. Lebon tabi ki 1930’larda ki Lebon değildir sanırım ama yine de isminin devam etmesi ve pastane kültürünü sürdürmesi güzel.
Pastanenin duvarlarında eski Beyoğlu fotoğrafları ve bir müşterinin adisyonunu görmek mümkün.
Burada kahvemizi içip, tatlı atıştırmalıklardan yedikten sonra başka bir nostaljik mekana doğru yola çıktık.   
Veeee Pera Palas’dayız. Pera Palas’a geliş amacımız tiyatroydu. Pera’nın Zamanı isimli oyunu görmek için gelmiştik.
Bu oyun klasik tiyatrolardan biraz farklıydı. Şöyle ki; oyun zamanı geldiğinde bizi 4.katın koridoruna topladılar. Hepimize kulaklıklar dağıtıldı ve bir bellboy gelerek bizi 3 gruba böldü. Sonrasında otel odalarında dolaşmaya başladık. Girdiğimiz odalar arasında Agatha Christie’nin, Kral Franz Joseph’in vakti zamanında konakladığı odalar da vardı. Her odada ayrı bir oyun sahnelendi. Oyuncular çok iyiydi, ama oyunların o kadar iyi olduğunu söyeleyemeyeceğim. Bazı oyunlarda sıkıldığım oldu. Buna rağmen böyle interaktif değişik bir oyunun içinde olmak, böyle bir şeyi deneyimlemek güzeldi. Bunların ötesinde Pera Palas gibi tarihi bir mekanın odalarında dolaşmak zaten çok hoştu.
Oyun sonrası akşam yemeği için yine buram buram nostalji kokan bir mekana gittik. Acaba neresi??

23 Mart 2017 Perşembe

Lion ve Aşkın Gözü Kördür

Bugün seyrettiğim iki tane filmden bahsetmek istiyorum. Birincisi gerçek hayat hikayesine dayanan Lion. Bu filmi vizyona girdiğinden beri merak ediyordum ve sonunda seyredebildim. Hikaye Hindistan’da başlıyor. Burada iki kardeşi ve annesi ile çok fakir bir hayat süren 5 yaşındaki Saroo, bir gün boş bir trene biner ve orada uyuyakalır. Sabah tren hareket edip uzak diyarlara doğru yola çıktığında artık Saroo için her şey çok geçtir. Evinden tam 1600 km uzağa dilini bilmediği bir bölgeye Bangladeş’e varmıştır. Burada başından bir takım olaylar geçer ve sonunda bir Avustralyalı çift tarafından evlat edinilir.  Saroo, evlat edilmesinin ardından tam 25 sene sonra ailesine bulmaya karar verir ve hikaye bu yönde gelişir. Yazımın başında da belirttiğim gibi konu gerçek yaşama dayanıyor ve Saroo Brierly’nin hayatını anlatıyor. Ben bu filmi çok beğendim. Son yıllarda seyrettiğim en iyi filmlerden biriydi diyebilirim. 6 dalda Oscar adayı olan film ödül kazanamadı ama kesinlikle izlemeye değer. Özellikle Saroo’nun çocukluğunu oynayan Sunny Pawar muhteşem ötesi. Diğer yardımcı rollerde ise Dev Patel, Nicole Kidman ve David Wenham bulunuyor.
İkinci seyrettiğim film ise Aşkın Gözü Kördür oldu. Orijinal adı Un Homme a La Hauteur olan Fransız yapımı filmi başta seyretsem mi seyretmesem mi diye tereddüt ettim. Açıkçası Fransız filmi olduğu için ön yargı ile yanaştım. Ancak şimdi iyi ki seyretmişim diyorum. Film oldukça keyifliydi. Başrollerinde Jean Dujardin ve Virgine Efira olan film romantik komedi türünde. Genç ve güzel Diane ile 1.40 cm boyundaki Alexandre’ın aşkını anlatıyor. Keyifli 1-2 saat geçirmek için ideal bir film. Ayrıca sanırım Fransızlar artık sıkıcı film yapmıyorlar J
Keyifli seyirler…

20 Mart 2017 Pazartesi

Hoş geldin Bahar ve Son Okuduklarım

Bugün itibari ile resmi olarak bahar geldi diyebiliriz. Artık hava ısınacak, toprak ana uyanacak  ve ağaçlar rengarenk kıyafetlerini giyecek. Kuzey yarım küre için bugün ekinoks vakti. Ben ekinoksu hep 21 Mart bilirdim. Meğer bazı seneler 20 Mart’a denk gelirmiş. Baharın gelişini ben de mis kokulu çiçekler alarak kutladım. Evet ben kendi çiçeğini kendi alan kadınlardanım İlla ki birinin bana çiçek hediye etmesini bekleyerek neden o güzel canlılardan mahrum kalayım di mi ? J
Şimdi etrafı kaplamış mis gibi sümbül kokusunu soluyarak bu yazıyı yazıyorum. Yazımın asıl konusuna dönecek olursak son okuduğum kitaplardan bahsedebilirim.

Birinci kitap; Yorgun Mayıs Kısrakları… Siyasi kimliği ile tanıdığımız Yılmaz Karakoyunlu’nun bu kitabı Cumhuriyet sonrası Türkiye’de yaşananlara ışık tutuyor. Kitapta 3 önemli karakter var. Yahya Kemal, Nazım Hikmet ve Adnan Menderes. Birbirinden farklı bu üç karakterin yaşamlarına konuk oluyoruz. Daha evvel Nazım Hikmet ve Adnan Menderes üzerine kitaplar okumuştum. Ancak Yahya Kemal’i daha yakından tanımak açısından bu kitap benim için ilk oldu. Kitabın ilk 100 sayfası inanılmaz yavaş ilerledi. Tam ne kadar zor bir anlatımı var yazarın diye oflayıp puflarken konu açıldı ve aldı başını gitti. Kısacası kitabı severek okudum. Yazarın mübadeleyi anlattığı bir başka romanı Mor Kaftanlı Selanik’i de okunacaklar listeme ekledim.
Okuduğum ikinci kitap ise Bir Kedi, Bir Adam, Bir Ölüm oldu. Bu kitap Zülfü Livaneli’nin ilk kitabıymış. Ancak yazdıkları bir türlü içine sinmediği için geç basılmış. Kitap, Stockholm’de yaşan siyasi mülteci olarak sığınma hakkı elde etmiş bir gencin yaşamını konu alıyor. Diğer Zülfü Livaneli kitaplarından farklı olarak biraz daha psikolojik detaylar ön planda. Ama sonuçta bir Zülfü Livaneli kitabı, su gibi okunup bitiyor.
Keyifli okumalar…

16 Mart 2017 Perşembe

Beylerbeyi Sarayı

Çengelköy’de gezimizi tamamladıktan sonra Sütiş’te sahlep molası verdik. Güzel bir sohbet eşliğinde sıcak salebimizi yudumladık.
Ardından da son bir kez Çengelköy manzarası fotoğraflayarak anı ölümsüzleştirdik.
Bundan sonra ki durağımız ise Beylerbeyi Sarayı oldu. Topkapı, Dolmabahçe ve Yıldız Saraylarını defalarca kez gezmeme rağmen Beylerbeyi Sarayı’nı hiç görmemiştim. Yaseminella da burayı görmemiş. O yüzden hiç düşünmeden rotamızı Beylerbeyi Sarayı’na çevirdik.

Sarayın içinde fotoğraf çekmek maalesef yasaktı. O yüzden yalnızca bahçe fotoğrafları paylaşacam. Saray, Dolmabahçe’nin daha küçük ve biraz daha sade versiyonu.
Beylerbeyi Sarayı…
Bahçede yer alan Deniz Köşkü…
Şatafatlı bir saray kapısı…
Tunç heykeller…
Ve bir dinlenme köşesi…
Keşifle kalın..:)

14 Mart 2017 Salı

Bir Pazar Günü ve Çengelköy

Yine İstanbul’un çok soğuk olduğu bir gün yani geçtiğimiz Pazar günü Yaseminella ile Çengelköy’de güzel bir gün geçirdik. Ben vapuru, o Marmaray’ı tercih edince buluşma noktamız Üsküdar oldu. Sonrasında da ver elini Çengelköy…

İlk durağımız Çengelköy Börekçisi idi. Börekçi bu semtin meşhur börekçisiymiş. Aç olduğumuz için ilk önce bütün börek çeşitlerinden almak istediysek de kendimizi frenleyerek peynirli,patatesli ve cevizlide karar kıldık.
Böreklerimizi aldıktan sonra hemen yan tarafta yer alan Tarihi Çınaraltı Çay Bahçesi’ne geçtik. Buraya dışarıdan yiyecek getirerek orada sadece içecek siparişi verilebiliyor. Bir çok insan bizim gibi börek alıp gelmişti.

Çay bahçesine ismini veren tahmini 900 yaşındaki çınar…
Hava soğuk olduğu için biz içeride kahvaltı yapmayı tercih ettik. Eğer dışarda kahvaltı yapsaydık manzaramız şekilde görüldüğü gibi olacaktı J Kahvaltı sonrası açık havada biraz oyalanıp fotoğraf çekerek manzaranın keyfini sürdük.
Sonrasında Çengelköy’ün ahşap evlerinin sıralandığı sokaklarda kaybolduk.
Bu sokak da Süper Baba dizisinin çekildiği sokaklardan biriymiş.
Çengelköy’e kadar gelip Çengölköy bademinin fotoğrafını çekmeden ayrılmak olmazdı. Gerçi Çengelköy’de hiç salatalık tarlası görmedik ama neyse…
Pazar gününden anlatacaklarım bu kadar demek isterdim ama bu kadar değil. Geri kalanlar da bir daha ki yazıya J

2 Mart 2017 Perşembe

Kadıköy’de Bir Gün

Geçtiğimiz hafta Gülşah ile Kadıköy’de buluştuk. Gülşah da bir blogger. Hatta o benden çok daha eski ve tecrübeli bir blogger. Çok okuyan, çok seyreden biri ve harika bir anne. Blogunu takip etmek isterseniz https://gulsahtoptas.blogspot.com.tr/ adresinden ulaşabilirsiniz.

Buluşmadan evvel beraber kahvaltı yapacağımızı kararlaştırmıştık ancak nerede yapacağımıza karar vermemiştik. İstikametimiz kahvaltıcıların yoğun bulunduğu Sanatçılar Sokağı oldu. Burada ilk gördüğümüz cafeye – Kibrit Kutusu- girdik. Kibrit Kutusu eski bir ahşap konak içinde hizmet veren küçücük bir cafe. Adının kibrit kutusu olması da sahip olduğu geniş kibrit kutusu koleksiyonundan kaynaklanıyor.
Koleksiyon yapmak ne güzel di mi? Benim de gözüm gibi baktığım bir kartpostal koleksiyonum oluştu son 4 sene içinde. Neyse konumuza dönecek olursak kahvaltı siparişimizi verdik ve sohbete başladık.
Asıl amacımız sohbet olduğu için kahvaltının çok da önemi yoktu. Buna rağmen harika bir kahvaltı ile karşılaştık. Özellikle ege otları ile pişirilmiş yumurta harikaydı.
Sonrasında beraber Bahariye’de dolaştık ve Şekerci Cafer Erol’da kahve molası verdik. Kadıköy’e geldikçe buranın önünden hep geçerdim ama üst katının cafe olarak hizmet verdiğini bilmiyordum. Orada oturup kahve içmek güzeldi.
Camdan gözüken Kadıköy görüntüsü de çok hoştu.
Kısacası beraber güzel bir gün geçirdik. Bir daha ki buluşmamız muhtemelen bizim bu tarafta olacak. Bu sefer rehber ben olacağım J