31 Ağustos 2015 Pazartesi

Cıvıl Cıvıl Tallinn

Kalabalık, eğlenceli, cıvıl cıvıl bir şehir Estonya’nın başkenti Tallinn. Kaldığımız 2 gün boyunca şehirde keyifle dolaştım, lezzetli yemekler yedim ve bol bol fotoğraf çektim. Fakat tüm bunlara rağmen Riga’nın gönlümde kurduğu taht sarsılmadı.

Sabah erken saatlerde kaldığımız otelden ayrılarak önce Letonya’nın Baltık kıyısında yer alan Jurmala şehrine hareket ettik. Böylece 4 günün sonunda Baltık denizi ile buluşmuş olduk.
Ardından Letonya ve güzel Riga’ya hoşçakal diyerek Tallinn’in yolunu tuttuk. Şehre ilk girdiğimizde diğer Baltık başkentlerinde gözükmeyen kalabalık dikkatimi çekti. Meğer Tallinn bir liman şehri olduğu için diğer kentlere göre çok daha fazla sayıda turist alıyormuş. Öncelikle tepeden şehri seyrettik.
Sonrasında Rus mimari tarzı ile dikkat çeken Alexander Nevsky Katedralini gördük.
Ve şehrin heybetli giriş kapısından içeri adımımızı attık.
Meydanda ilk durağımız Avrupa’nın en eski eczanesi olarak bilinen eczane oldu. Klasik ilaç satışının devam ettiği eczanede geçmişe ait bir çok ize rastlamak da mümkün.
Tallinn’de en sık rastlanan şeylerden biri de sokaklardaki badem satıcıları. Tuzlu ya da tatlı (şekerle ve çeşitli meyvelerle) olarak kavurdukları bademi satan bir çok satıcı var. Bunlar için de en dikkat çekici olanı bence Olde Hansa isimli yerel restoranın sokak tezgahıydı.
İyice dolaştıktan sonra soluklanmak için marzipanları ile meşhur bir cafede mola verdik. Cafenin girişinde sergilenen çeşitli şekillerde üretimiş marzipanlar çok hoştu.
Burada yediğim tiramisu da oldukça başarılıydı.
Sıra geldi kavga sokağına...Ortaçağ’da aşağıda gözüken dar sokakta kavga eksik olmazmış. Kavganın nedeni ise kadınların giydiği kabarık elbiselermiş. Dar sokakta yürüyen iki kadın kabarık elbiseleri ile yan yana geçemezmiş. Önceleri kavga bundan dolayı çıkarmış. Sonraları ise genç olanlar daha yaşlı olanlara yer vermeye başlamış. Bu sefer kadınların yaşı ortaya çıktığı için daha beter kavgalar olmuş. J Sokak şimdi kabarık elbiseli bir resimle ziyarete açık.
Geyik eti ve geyik boynuzundan elde edilen eşyalar Estonya’da bi hayli meşhur. O yüzden geyiklerini sokakta baş köşeye oturtmuşlar J
Tallinn alışveriş imkanı bakımından da çok zengin. Fakat diğer Baltık başkentlerine göre daha pahalı olduğunu söylemeden geçemeyeceğim.

27 Ağustos 2015 Perşembe

Gençlik Suyu, Sigulda, Turaida ve Cesis

Sabah Sigulda’ya doğru yola çıktığımızda rehber artık hiç yaşlanmayacağımızın bilgisini verdi.  Çünkü Gutmanis mağarasına gidiyorduk ve o mağaranın suyu ile elini yüzünü yıkayan bir daha yaşlanmıyordu J Hatta bununla ilgili çeşitli hikayeler varmış. Bu hikayeleri dinleyerek mağaraya vardık ve mağaranın suyunu test ettik. Valla bir daha yaşlanmayacak mıyız bilmem ama o sıcak günde su bizi epey ferahlattı.
Mağaradan sonra ise Turaida’ya hareket ettik. Burada Letonya’lı iki aşığın – Maija ve Victor -  hikayesini dinledik. Efsane olmuş tüm aşk hikayelerindeki gibi bu hikaye de hüzünlü sona sahip. Maija’nın mezarının bulunduğu yer Rose of Turadia ismi ile biliniyor.
Mezardan sonra ki durağımız Turaida Kilisesi oldu.
Yoğun günümüz halk şarkıları tepesi ile devam etti. Yemyeşil çimlerin üzerine yapılmış heykel başları görülmeye değerdi.
Artık iyice yorulduğumuz için cadılar kasabasında öğle yemeği molası verdik.
Mola sonrası başka bir şehre Cesis’e hareket ettik. Cesis, şirin, küçük bir Letonya şehri. Şehrin sombellerinden biri elinde fener taşıyan papaz.
Bir de kulesine tırmandığımız kilise var. Elimizde fenerle, daracık merdiven basamaklarını tırmanıp aşağıdaki manzarayı seyrederek günü noktaladık.

24 Ağustos 2015 Pazartesi

Riga : Bir Baltık Güzeli

Ne Vilnius kadar sessiz sakin ne de Tallin kadar cafcaflı.  Kendine has güzelliği olan, dünya miras listesine girmiş bir şehir Riga. Sanat, doğa ve sosyal yaşamın iç içe geçtiği şehir Baltık başkentleri arasında en sevdiğim oldu.

Riga’yı gezmeye ilk önce Art Nouveau bölgesinden başladık. Burada dış cephesi çeşitli figürlerle süslenmiş binaları gördük. Binaların dış cephelerinde aslan, insan başı, at, ejderha gibi figürler ilk göze çarpanlar arasında. Çok fazla emek harcanarak yapılan bu binaların bir kısmı orjinalken diğer kısmı dış cephe tadilatı ile şimdiki durumuna getirilmiş. Riga'da sanat çok ön planda olduğu için mimarlar hiç işsiz kalmazmış. Şehre damga vurmuş en ünlü mimar ise Sergei Eisenstein (biz onu Korkunç Ivan’ın yönetmeni olarak biliyoruz). Onun eserlerinden bir aşağıda yer almakta.
Sanata doyduktan sonra yeni keşif noktamız eski şehir oldu. Yazımın başında da belirttiğim gibi bu kısım dünya miras listesine alınmış.
Burada ilk göze çarpan ise Karakafalar Binası. Binanın vakti zamanında siyah bir yöneticisi varmış (hatta o yöneticinin resmi bina üzerinde mevcut) ve o yüzden bu isimle adlandırılmış.
Az ilerde ise Leton Piyadeler anıtı bulunuyor. Bu anıtı ilk gördüğüm zaman Taksim meydanı ya da Kadıköy boğa heykeli aklıma geldi. Sanırım buluşma için  Rigalılar bu heyhelin çevresini tercih ediyordur J
Meydana bakan önemli binalardan biri de Dome Katederali. Gotik ve heybetli yapının tepesinde bir horoz bulunuyor. Letonya kültüründe horozun kötü enerjiyi savdığı, iyi şeylere neden olduğu kabul ediliyormuş. Bu yüzden başta bu katedral olmak üzere iki önemli binanın kulesinde daha horoz kullanılmış durumda.
Riga’da arnavut kaldırımlı iç sokaklara doğru ilerledikçe şehrin güzelliği açıkça ortaya çıkıyor. Çiçeklerle bezenmiş kafeler, happy hour modunda takılan insanlar, hafif  rüzgar ve kulaklarda müzik tınısı romantik bir dalga yaratıyor.
Burada bir dondurma molası iyi gider dedik J
Az ilerde ise Riga’nın simgesi haline gelmiş Kedi Ev’e rastlıyoruz. Tepesindeki siyah kediyi bir çok hediyelik eşya üzerinde görebilirsiniz.
Riga aynı zamanda yemyeşil bir şehir. İçinden kanallar geçen parkları var. Biz de mola için bu parklardan birini kısa süreliğine mesken edindik.
Riga’ya güzellik katan bir diğer öge de şehirin ortasından geçen Daugava Nehri. Kimi zaman sakin kimi zaman coşkulu akan su şehri eski şehir ve yeni şehir olarak ikiye bölüyor. Bizim kaldığımız otel şehrin yeni kısmında hemen nehir kenarında eski şehre bakan çok güzel bir oteldi. Otele doğru yol alırken Riga tüm güzelliklerini bize sunmuş artık geceye hazırlanıyordu.

21 Ağustos 2015 Cuma

Kaunas ve Trakai

Gezimizin ikinci günü Litvanya’da iki önemli yerleşim merkezini gezdik. Bunlardan birincisi Kaunas oldu. Postcrossing vasıtasıyla Kaunas’tan defalarca kez kart almıştım. Bu yüzden nasıl bir şehir olduğunu çok merak ediyordum. Bu merakla yola çıkarak ilk önce Kaunas’a tepeden baktık.
Ardından da şehri gezmeye başladık. Nehir kenarında konuşlanmış olan şehirde açıkçası ben fazla bişi bulamadım. Bizim sessiz sakin Anadolu kentlerimize benziyordu. Bir kaç tane tarihi yapı ve bir kaç tane de alışveriş yapılacak dükkan dışında bişi yoktu. Meydanda yer alan bisiklet ağacı en ilgi çekici noktalardan biriydi diyebilirim.  Halk bisiklet kullanmaya teşvik ediliyormuş o yüzden tam merkeze böyle bir ağaç yapılmış.
Kaunas’tan ayrıldıktan sonra Trakai’ye doğru yol almaya başladık. Trakai  göl kenarında kurulmuş turistik bir şehir. Göl üzerinde yer alan muhteşem güzellikte bir kalesi var. Şehre ilk girdiğimiz zaman gözümüze çarpan aşağıdaki manzara oldukça etkileyiciydi.
Göl üzerinde istenirse deniz bisikleti ile de gezilebiliyor. Biz vakit darlığından bunu gerçekleştiremedik. Ancak göl boyunca yürüyüş yaparak manzaranın tadını bol bol çıkardık.
Kalenin iç kısmı da ziyarete açık. Bir çok odası yer alan kaleyi eni konu dolaştık. Sergilenen eşyaları fotoğrafladık.
Trakai aynı zamanda musevi Karay Türklerine ev sahipliği yapan bir yerleşim yeri. Sayıları artık çok azalmış olan Karay Türkleri burada gelenek ve göreneklerini hala sürdürüyor. Biz yemek molamızı göl kenarında ki bir Karay restoranında verdik. Restoran menüsü önümüze geldiğinde türkçe yiyecek isimleri dikkat çekiciydi.
Restoranın meşhur yiyeceği ise kıbındı(zaten restoranın adı Kybınlar). O yüzden siparişimiz bu yönde oldu. Kıbın bizim etli böreğe benzeyen bir yiyecek. Ben lezzetini çok beğendim. Ancak restoranın servisi epey yavaştı. Tek bir tane kıbın için 45 dakika civarında bekledik L
Yemek sonrası sıra geldi alışverişe J Göl kenarında sıra sıra yeralan bir sürü hediyelik eşya tezgahı /dükkanı yer alıyor. Benim en çok ilgimi çeken ve almadan duramadığım aşağıdaki Litvan bebekler oldu.  
Vilnius’a geri döndüğümüz zaman ise kaldığımız otelin terasından son kez Vilnuis’i fotoğrafladık çünkü ertesi gün başka bir ülkeye yolculuk vardı.

19 Ağustos 2015 Çarşamba

Kuzeye Yolculukta İlk Durak Vilnius (Litvanya)

Geçen hafta taaa kışın planladığımız bir tatili gerçekleştirdik. Litvanya, Letonya, Estonya ve Finlandiya ülkelerini içeren bir Baltık gezisi yaptık. Gezi başlamadan heyecanı sardı beni. Uzun uzun ülkeleri araştırdım. Orada nereleri ziyaret edebilirim, yöresel neler tadarım, alışveriş yaparsam ne alabilirim tek tek yazdım, fosforlu kalemlerle vurgular yaptım, haritalar çıkardım J Yalnız tek bir handikap vardı o da hava durumu. Normal şartlarda Baltık ülkeleri yazın 20 C civarında oluyor. Yalnız bizim gideceğimiz hafta hava durumu ısrarla 30 C civarını gösteriyordu. Buna moralim bozulmadı desem yalan olur. Çünkü iyi bildiğim bir şey var o da sıcak havalarda zor gezildiği. En sonunda neyse sıcak olsa bile önemli olan nem oranı dedim. İstanbul’daki gibi olacak değil ya. Bavullar hazırlandı veee yola çıkıldı. İlk durak Litvanya’nın başkenti Vilnius oldu.

Uçaktan indiğimiz zaman bizi kapalı ve sıcak bir hava karşıladı. Yürümeye başladığımız anda farkettim ki Vilnius’un havası İstanbul’u aratmıyor J 5 dakika içinde terden sırılsıklam olmak işten bile değil. Ancak yeni yerler görecek olmanın, yeni lezzetler tadacak olmanın coşkusu ile havaya takılmamaya ve seyahatin tadını çıkarmaya karar verdim. Böylece Vilnius eski şehir kapısından içeri girdik J

Önce ortaçağ binaları arasından geçerek meydana doğru ilerledik.
Ardından kehribar müzesini ziyaret ettik. Kehribar taşı diğer Baltık ülkeleri gibi Litvanya için de çok önemli bir gelir kaynağı. Baltık ülkeleri dünya üzerindeki kehribar rezervinin büyük bir kısmını elinde bulunduruyormuş. Dolayısıyla her yerde bir kehribar aksesuarına ya da eşyasına rastlamak mümkün.
Müzeden çıkınca ise Uzupis Cumhuriyeti’ne doğru yol aldık. Uzupis Cumhuriyeti şehir içinde yer alan gayri resmi bir cumhuriyet. 41 maddeden oluşan bir anayasası var. Anayasanın bazı maddeleri de şöyle; “Herkesin ağlamaya hakkı vardı”, “Herkesin Aylaklık Yapma Hakkı Vardı”..vs  J
Uzupis Cumhuriyeti’ne asma bir köprüden geçerek ulaşıyoruz. Asma köprüde diğer Avrupa ülkelerinde görülen kilit bağlama olayı mevcut. Aşıklar bir daha ayrılmamak üzere köprü demirlerine kilitlerini asmışlar.
Köprüden geçince karşı tarafta bir sütun bulunuyor.Bu sütuna el basarak Uzupis Cumhuruiyeti vatandaşı olunabilir J
Bu gayri resmi cumhuriyette gezimizi tamamladıktan sonra şehir meydanına doğru yol almaya başladık. Yürüyüş esnasında geçtiğimiz bir parkta yer alan bu giydirilmiş ağaç çok dikkatimi çekti. Litvanlar ağaçlar üşümesin demişJ
Şehir meydanında 2 önemli kilise bulunuyor. Biri Saint Anne Kilisesi (maalesef bu güzel yapının fotoğrafını çekmeyi unutmuşum) diğeri de Gediminas meydanında yer alan beyaz katedral.
Bir de bu meydanda kırmızı bir taş var. Bu taşın etrafında 3 kez dönüp dilek tutunca, tutulan dilek gerçekleşirmiş dedi rehberimiz. Kaçar mı tabi 3 tur döndüm ve dileğimi tuttum :)
Vilnius çok küçük bir şehir yani kısa sürede her yeri gezilebilir. Biz de 1 gün içinde bir çok yapıyı gördük, meydanlarında dolaştık sonrasında da yemek molası verdik. Gitmeden ülke mutfağını araştırmıştım. Mutfakları bizim mutfağımızla kıyaslanamayacak kadar küçük ve patates ağırlıklı. En meşhur yemekleri cepelinai ve patatesli pankek.
Yemek molasını şehrin geleneksel restoranlarından birinde (internet araştırmalarım sonucunda bulmuştum) verdik. Cepelinai, içi doldurulmuş patates. Ben iç dolgusu peynirli olanı tercih ettim.Gayet güzel ve doyurucuydu.
Patatesli pankek ise şahaneydi. İlerleyen günlerde sabah kahvaltılarında da bol bol yedim.
Ertesi günkü durağımız muhteşem bir güzelliğe sahip Trakai oldu. O da bir sonraki yazıya...