28 Şubat 2014 Cuma

Ey Süleyman Seni Geçtim (2.Bölüm)

Ayasofya Müzesi’ndeki yolculuğumuza üst kata geçerek devam ediyoruz. Terleyen sütunu görüp koridora çıktığımız zaman üste kata doğru uzanan bir rampa ile karşılaşıyoruz. Arnavut kaldırımı tarzında taşlarla döşenmiş bu rampada kıvrıla kıvrıla üst kata doğru yol alınıyor. Yalnız burada dikkat edilmesi gereken bir nokta var o da giydiğiniz ayakkabı. Ne zaman Sultanahmet tarafına gitsem hep düz tabanlı bir ayakkabı tercih ediyorum buna rağmen Ayasofya’nın rampasını çıkarken mutlaka kayıyorum. O yüzden topuklu ayakkabı giymemenizi özellikle öneririm. Buranın merdiven yerine rampa olarak yapılmasının nedeni ise imparatoriçenin tahtı ile beraber rahatça taşınabilmesini sağlamakmış J
İmparatoriçe üst kata getirildiği zaman törenleri kendi locasından seyredermiş.  Aşağıdaki fotoğraf imparatoriçenin locasını gösteriyor.
Üst katın en önemli özelliği sahip olduğu mozaikler. Mozaiklerin yapımında tonlarca altın, gümüş gibi değerli madenler kullanılmış. İstanbul’un fethinin ardından mozaikler ince bir sıvı ile kaplanmış böylece herhangi bir tahribata uğramadan günümüze kadar gelmesi sağlanmış. Mozaiklerin hepsinin tasvir ettiği bir hikaye var.
İşte bunlardan bazıları...
Deisis Kompozisyonu:
Kilisede bulunan en önemli mozaiklerden biri. Rönesansın’ın başlangıcı kabul edilen Deisis sahnesini içeriyor. Tasvirde sağda Vaftizci Yahya, solda Meyem ortada ise Pantakrator İsa yer almaktadır. Mozaikte kıyamet gününde insanların affedilmesi için Vaftizci Yahya ve Hz.Meryem’in Haz İsa’ya yalvarmaları tasvir edilir.
Komnenos’lar Mozaği:
İmparator Komnenos kilisenin onarımına yardım etmiş. Mozaikte yardım sahnesi tasvir edilmekte. Hz.Meryem,kucağında Hz.İsa, imparator Komnenos,eşi ve oğlu mozaikte yer almakta.
Zoe Mozaği:
Bu mozaikte ortada Hz.İsa, sağda İmaparatoriçe Zoe ve solda da eşi yer alır. Yalnız bu mozağin ilginç bir yanı var. İmparatoriçe Zoe, eşlerinin ölümüden dolayı 3 kez evlenmiş. Dolayısıyla her evlenişinden sonra mozaik yenilenmiş. Mozaiği yapan sanatçı mozaikte yer alan adamı tamamen değiştirmek yerine bedeni sabit bırakarak her evlilikten sonra kafayı değiştirme yoluna gitmiş J
Kilisede ayrıca bir de önemli mezar bulunmakta. 4.Haçlı seferi esnasında İstanbul’a gelen ordunun komutanı Dandolo kilise içerisinde gömülü.
Üst katı gezmeyi de tamamladıktan sonra inişe geçiyoruz. İniş rampası çıkış rampasına göre dahat rahat.
Devam edecek...

25 Şubat 2014 Salı

Ey Süleyman Seni Geçtim

Nice savaşlara, afetlere meydan okumuş, kızıl çehresi ile asırlardır dimdik ayakta.

Sultanahmet’te her gün binlerce kişinin ziyaret ettiği, muhteşem mimarisi ile dikkat çeken Ayasofya Kilisesi’nden bahsediyorum. Pazar günü elimde fotoğraf makinem, başımda berem, boynumda atkım Sultanahmet yoluna düştüm. İlk durağım daha evvel defalarca kez ziyaret ettiğim Ayasofya Müzesi oldu.
Ayasofya Kilisesi tam 3 kez inşa edilmiş bir kilise. 2.inşasından sonra “Nika İsyanı” olarak bilinen büyük halk ayaklanması ile yıkılmış. Daha sonra dönemin imparatoru Justinianos, çok büyük, görkemli bir kilise yapımı emrini vermiş ve ünlü mimarların projesi sonucu 5 yıl gibi kısa bir sürede mimarlık harikası günümüz Ayasofya’sı ortaya çıkmış. Justinianos kilisenin açılışını Kudüs’teki Hz.Süleyman mabedeni kastederek “Ey Süleyman Seni Geçtim” diyerek yapmış.
1453 yılına kadar kilise olarak hizmet veren yapı 1453 İstanbul’un fethi ile beraber camiye çevrilmiş ve minareler, müezzin mahvili, hünkar mahvili, mihrap, minber..vb kısımlar eklenmiş.
Ayasofya kubbe ihtişamı ve geçişleri ile mimarlık tarihinde bir ilk. Kapıdan girdiğimiz zaman mekana geçebilmek için iki koridordan geçiyoruz. (dış narteks ve iç narteks).İç koridorun tavanı mozaiklerle bezenmiş durumda.
Kilisenin ana salonuna açılan tam 9 kapı var. Ancak bu kapılardan en önemlisi  “İmparator Kapısı” olarak bilinen sadece imparatorun geçiş yaptığı kapı. Sütun başlıklarında ise Justinianos ve eşi Theodora’nın baş harflari yer alıyor. Justinianos eşine sonsuz bir sevgi ile bağlıymış. Onların aşkı tarihteki Kanuni Sultan Süleyman ve Haseki Hürrem Sultan aşkına benzetiliyor. (Bu bende merak konusu uyandırdı eğer bir kitap bulursam alıp okumak istiyorum).

Ana mekana geçince (güney nef) ilk önce 1.Mahmut Kütüphanesini görüyoruz. Burası Osmanlı döneminde eklenen bir bölüm. Aynı zamanda Osmanlı sultanının namazdan evvel Kuran okuduğu yer. Şu an tadilatta olduğu için içeri giriş yasak.
Mekanda ayrıca 2 tane mermer küp bulunmakta. Bu küpler Bergama antik şehrinden getirilmiş.
Ana mekanın tam ortasında ise “Omphalion” yer alıyor. Omphalion, Doğru Roma imparatorlarının taç giydikleri yer. Aynı zamanda Bizanslılar tarafından dünyanın merkezi olarak kabul ediliyor.
Omphalion’un hemen arkasında Osmanlı döneminde eklenen müezzin mahfili ve minber bulunuyor.
Tam ortada ise Apsis (kiliselerde yarım daire şeklinde kavisli yapı) var. Burası, Osmanlı döneminde apsisin yönü değiştirilerek mihrap haline getirilmiş. Mihrabın iki tarafında Kanuni Sultan Süleyman’ın Budin’in fethi sırasında getirdiği şamdanlar bulunmakta.
Kilise duvarlarında  yer alan Cebrail ve Mikail meleklerini simgeleyen mozaikler Bizans’tan günümüze kadar gelmiş.
Ayrıca Allah ve  Hz.Muhammed yazıları ile  4 Halife, Hz.Hasan ve Hz.Hüseyin’in isimlerini taşıyan hat sanatı ile yazılmış kitabelerde duvarlarda yer alan önemli unsurlar  arasında.
Kilisenin arka tarafında ise Terleyen Sütun bir diğer adı ile Dilek Sütunu bulunuyor. Bu sütunla ilgili çeşitli rivayetler var. İmparator Justinianos baş ağrısı ile dolaşırken kiliseye geliyor ve başını bu sütuna yaslıyor. Akabinde baş ağrısı geçiyor. Bunun üzerine sütun halk arasında şifalı kabul ediliyor. Sütundaki ıslaklık ayrıca Hz.Meryem’in gözyaşlarına da yoruluyor. Sütun hakkındaki bir diğer rivayet ise şu şekilde: Fatih Sultan Mehmet ve hocası Akşemsettin Efendi burada ilk namazlarını kılacakları esnada kilisenin kabeye dönük olmadıklarını farketmişler. Bu esnada Hızır Aleyhisselam gelmiş ve bu sütundan güç olarak kiliseyi kabeye çevirmeye başlamış fakat halktan birisinin görmesi üzerine kaybolumuş. Şu an insanlar baş parmağını sütundaki bir oyuğa sokup dilek tuttuktan sonra 360 derece çeviriyorlar ve bu şekilde dileklerinin gerçekleşeceklerine inanıyorlar.
Devam edecek... J

21 Şubat 2014 Cuma

Enfes Muffinler

Mutfak, ezelden beri vakit geçirmekten keyif aldığım yerlerden biri olmuştur. Yumurtalar, çeşit çeşit baharatlar, rengarenk sebze ve meyveler benim için birer terapi aracıdır. Ne var ki son bir kaç aydır mutafağa pek uğrayamadım. Geçen akşam yeni taşındığımız evin mutfağında bir şey ararken bunun farkına vardım

Bunun üzerine ertesi gün http://www.ozgeninoltasi.com aldığım tarif ile soluğu mutfakta aldım. Özge Hanım, kuru domatesli-peynirli bir muffin tarifi paylaşmış. Siz de benim gibi tuzlu muffini tatlı muffine tercih edenlerdenseniz bu tarifi mutlaka deneyin derim. Böyle yumuşacık ağızda dağılan hele içinde içinde eriyen kaşarla tadı damağınızda kalan enfes bir muffin.

Malzemeler:
1)55 gr tereyağ
2)200gr un
3)1 paket kabartma tozu

4)1 tatlı kaşığı toz şeker
5)1 çay kaşığı tuz
6)1 tatlı kaşığı pul biber (tarifin orjinalinde tatlız tuz biber kullanılmış ama ben hafif acılı olsun diye pul biberi tercih ettim)

7)2 yumurta

8)125 ml süt
9)2 tatlı kaşığı kuru kekik
10)Yarım su bardağı beyaz peynir
11)10 tane kurutulmuş domates (Ben kavanozda yağ içinde satılan kurutulmuş domateslerden kullandım)
12)Muffin adeti kadar küp küp doğranmış kaşar peyniri
Yapılışı:
1)Tereyağını eritip soğumaya bırakıyoruz.
2)Büyük bir kasede un, şeker, tuz, pul biberi karıştırıyoruz. (Ben unu eledim)
3)Bir başka kasede yumurta, tereyağ, süt ve kekiki karıştırıyoruz.( Süt ve yumurtanın oda ısısında olmasına dikkat edelim).Malzemeyi iyice çırpıyoruz bu esnada mis gib bir koku yayılıyor.
4)Daha sonra sıvı malzemelerle kuru malzemeleri karıştırıyoruz.Çok fazla karıştırıp hamuru söndürmeyelim.Sadece malzemeler birbirine karışsın yeter.
5)Karışıma beyaz peyniri ve küçük küçük doğranmış kuru domatesleri ekleyip tekrar karıştırıyoruz.
6)Yağladığımız muffin kalıplarına 1 kaşık hamur koyuyoruz.Ardından 1 küp kaşar peyniri ve sonrasında tekrar 1 kaşık hamur.
7)Önceden 190 derece ısttığımız fırında 30-35 dakika pişiriyoruz. (Tarifin orjinali 25 dakika ama ben hafif kızarsın istediğim için 30-35 dakika tuttum)
 
 
 
Afiyet olsun J

19 Şubat 2014 Çarşamba

Eyvah Eyvah :)

Sene 2010...Almanya’da yaşayan kuzenim Meltem 6 aylığına İstanbul’a gelmişti. Sürekli geziyor tozuyorduk.Hafta sonları uzun uzun kahvaltılar ediyor bazen boğazı selamlıyor bazen Cihangir’e uğruyor bazen de kendimizi doğaya atıyorduk. İşte bu günlerden birinde -artık hava mı çok soğuktu yoksa yapacak bir şey mi bulamadık bilmiyorum-  sinemaya gitmeye karar verdik. Ancak sinemanın önüne geldiğimiz zaman çok fazla seçeneğimizin olmadığının farkına vardık. Eyvah Eyvah isimli Ata Demirer’in baş rolünde oynadığı film gösterimdeydi. Çok da içimize sinmeyerek filme girdik. Film bizim için tam bir sürprizdi. İlk 10 dakika sonrası midemize kramplar girerek gülmeye başlamıştık. Kısacası filmden oldukça mutlu ayrıldık ve günlerce birbirimize “senden ötürü” diyerek takıldık. Daha sonraki yıllarda Eyvah Eyvah 2 gösterime girdi. Bu filme de gittim, beğendim ancak ilk filmin tadını alamadım.

2 hafta evvel de serinin 3. ve son filmi gösterime girdi. Hafta sonu ailece filme gittik. Yine eğlenerek seyrettik. Özellikle Salih Kalyon muhteşemdi. Güldürürken küfür kullanmaması, bel altı esprilere girmemesi de filmin kalitesini arttırıyor.
Serinin 4.filmi gelecek mi bilmiyorum ama gelirse iyi olur. Her ne kadar 1.filmin tadını alamasak da Eyvah Eyvah serisi son yılların en iyi komedi tarzı türk filmlerinden biri.

13 Şubat 2014 Perşembe

Bak Postacı Gelmiş Bana Kartlar Getirmiş

İstanbul’a şu sıralar tam bir bahar havası hakim. Bahar aylarını çok sevmeme rağmen kışın ortasında yaşanan böyle ılık günleri pek sevmiyorum. Kışın rengarenk atkılar bereler takmayı, soğuktan yanaklarım kızarana kadar yürümeyi sonra bir cafede kahve içerek ısınmayı, fırında kestane yapmayı, kar yağışını bir mucize seyreder gibi seyretmeyi kısacası kışı, kış gibi yaşamayı seviyorum. Şu günlerde maalesef bu mümkün olmuyor Şubat ayında Mayıs ayını yaşıyor gibiyiz. Bakalım önümüzdeki günler nasıl olacak?

Bu arada daha önceki  http://yasamizi.blogspot.com.tr/2013/12/sonunda-postcrossinge-uye-oldum.html yazımda postcrossinge üye olduğumdan bahsetmiştim. Üyelik sonrası benim şansıma çıkan ülkelere kartpostallarımı gönderdim. Gönderdikten sonra da her gün posta kutusuna bakar oldum. Ne zaman posta kutusuna el atsam içinden bir fatura çıktı L Artık ümidimi kaybetmek üzere olduğum bir akşam ise kardan adam resimli bir kartpostalla karşılaştım. Almanya’dan Hans bana kart göndermiş J Akabinde başka ülkelerden de kartlar gelmeye başladı. Böylece postcrossing daha eğlenceli bir hal aldı. İşte bana gönderilen kartlardan bazıları....
Evet şimdi yeni kartlar yazmaya gidiyorum, bugünlük benden bu kadar :)

10 Şubat 2014 Pazartesi

Tarihi Yarımadanın Hanları

Eskiden hanların şehir hayatında önemi büyükmüş. Hem alışveriş hem de konaklama maksadıyla kullanılan hanlar şehrin dört bir yanına yayılmış. Bu yayılmadan nasibini en çok alan yerlerden biri de Eminönü semti olmuş. Eminönü’de dolaşırken her 50 metrede bir tarihi bir hana rastlayabilirsiniz. Kürkçü Hanı, Büyük Valide Hanı, Rüstem Paşa Hanı, Zincirli Hanı bu hanlara örnek olarak verebiliriz.

Geçenlerde bu hanlardan birinde, Kürkçü Han’daydım. Kürkçü Han, Mahmupaşa Yokuşu üzerinde bulunan daha çok ev tekstil ürünlerinin ve yünlerin satıldığı bir han. Tam 550 sene evvel inşa edilmiş bu hanın duvarlarında tarihin izlerine rastlamak mümkün.
Kürkçü Han özellikle Cumartesi günleri oldukça kalabalık oluyor. Hanın dar  kapısından biraz ezilerek, biraz itilerek girmemim ardından avluya vardım. İnsanlar curcunaya kendilerini kaptırmış el işi ürünlerinden alma telaşındaydı. Bense hanın küçük odalarına, revaklarına,kubbelerine odaklanmıştım.
Kalabalık içinde biraz gezdikten sonra hanın üst katına çıktım. Üst kattan avlu ve  tarihi duvarlar daha net görünüyor.
Üst kat daha çok yüncülere ve gelinlikçilere ayrılmış durumda.
Hazır gelmişken biraz yün alışverişi yaptım ama örmek için değil J dekor olarak bir yün sepeti hazırlamak için. Eve gelmemin ardından da bu yün sepetini hazırladım.