Koca Sinan her biri çok kıymetli
yüzlerce eser bırakmış bize. Camiler, köprüler, hanlar, hamamlar…vs. Yaptığı 3
camiden birini çıraklık, diğerini kalfalık ve en sonununcusunu da ustalık
eserim diye adlandırmış. Çıraklık (Şezadebaşı Camii) ve kalfalık (Süleymaniye
Camii) eserlerini daha önceden gezmiş burada da anlatmıştım. Edirne
seyahatimizde de ustalık eseri olan Selimiye Camisini gezme şansını elde ettim.
Selimiye Camii, mimarisi ile göze çarpan
ve dünya miras listesinde yer alan bir cami. 2.Selim adına yapılan cami
yaklaşık 500 senedir ibadete açık durumda.28 Temmuz 2016 Perşembe
Bir Ustalık Eseri
26 Temmuz 2016 Salı
Ne Olacak Bu Tembel Gelinin Hali??
Eveeeet Edirne gezimize çarşı pazar
ziyareti ile devam ediyoruz. Edirne’nin en meşhur çarşısı Kapalı Çarşı olarak
da anılan Ali Paşa çarşısı. 1500’lü yıllarda inşa edilmiş çarşı günümüze kadar
ulaşmış ve hala kullanılabilir durumda.
Edirne’ye gitmeden evvel bu çarşıyı çok
merak ediyordum. Yöresel ürünleri bulabileceğimiz cıvıl cıvıl bir çarşı
bekliyordum. Ancak maalesef beni hayal kırıklığına uğrattı. Çünkü yöresel ürünler
yalnızca birkaç dükkanda satılırken diğer tüm dükkanlarda giysi, ayakkabı ..vs
satılıyordu.
Edirne denince akla ilk gelen yöresel
ürün meyve şekilli sabunlar.Ve aynalı süpürgeler… Aynalı süpürgenin bir çok hikayesi var. Ben en sevdiğim hikayeyi burada paylaşmak istiyorum. Vakti zamanında bir yeni gelin varmış. Bu gelin kendini çok beğenir ve durmadan aynada kendini seyredermiş. Sürekli aynalara bakmaktan da iş güç yapamazmış. Bu durumu fark eden kayınvalide ne olacak bu tembel gelinin hali diye düşünürken aklına bir fikir gelmiş. Bildiğimiz çalı süpürgesini almış, süslemiş ve üzerine ayna dikmiş. Böylece gelini hem evi süpürüp hem de aynada kendini seyredebilirmiş.Bu süpürgeyi de gelinine hediye etmiş. Zamanla aynalı süpürgeler evden eve yayılmış ve Edirne’nin simgelerinden biri olmuş. Ali Paşa çarşısından ayrılmamızın ardında Edirne şehir merkezinde ilerleyerek ciğercinin yolunu tuttuk. Edirne’nin en meşhur yemeklerinden biri tava ciğeri. Tava ciğeri aslında bizim bildiğimiz Arnavut ciğeri ile lezzet olarak aynı. Ancak ciğerin kesilişi farklı. Edirne’de bu işi yapan bir çok dükkan bulunuyor. Gitmeden evvel internette yaptığım araştırmada Ciğerci Aydın’ın yorumlarının çok iyi olduğunu farketmiştim. Bu yüzden Aydın Usta’da karar kıldık. Diğer ciğerciler nasıldır bilmiyorum ama ben buranın ciğerini gayet lezzetli buldum. Karnımız doyduktan sonra dünya miras listesinde yer alan Selimiye Camisini görmek üzere hareket ettik. Bu arada Edirne’nin meşhur Kırkpınar güreşini yansıtan bu heykeli de fotoğraflamadan geçemedik.
21 Temmuz 2016 Perşembe
2.Bayezid Külliyesi : Edirne’nin Şifa Merkezi
2.Bayezid tarafından yaptırılan külliye
Edirne’nin önemli tarihi yapılarından biri. Külliye; cami, tıp medresesi ve
şifahane gibi bölümlerden oluşuyor. Şu an şifahane ve medrese kısımları sağlık
müzesi olarak ziyarete açık.
Külliyeyi gezmeye Avrupa’da bir çok
ödüle layık görülen müze kısmı ile başladık.
Avlunun girişinde ilk ziyaret ettiğimiz
oda çamaşırhane oldu.Akabinde mutfak, kiler gibi bölümleri gördük. Sonrasında zamanında poliklinik olarak hizmet veren şu an ise o zaman ki tıbba ait nesnelerin sergilendiği odaları dolaştık. Burada ilk karşımıza çıkan Ibn-i Sina’nın yazmış olduğu Tıbbın Kanunu isimli ansiklopedinin ilk sayfası oldu. Ardından o dönemde insanları iyileştirmek için kullanılan malzemeleri gördük. Bunların bir kısmını bitkiler, bir kısmını deniz canlıları ve bir kısmını da değerli taşlar oluşturuyordu.
19 Temmuz 2016 Salı
Edirne’de Sabahlar Meriç’te Kahvaltı ile Başlar Beyaaaa…
Baba tarafından Edirneli’yim ancak ömrü hayatımda Edirne’yi yalnızca 3 kez
ziyaret etmiştim. O ziyaretler de 1-2 saatle sınırlı kalmış ve hiçbir önemli
noktasını göremeden tekrar İstanbul’a dönmüştüm. İşin garibi babam da İstanbul
doğumlu olduğu için o da Edirne de, Selimiye Camii hariç hiçbir yeri görmemişti
bu yaşına kadar. Bu yüzden geçen hafta Edirne’ye gidip şöyle enikonu gezme
kararı aldık.
Sabahın erken saatlerinde başlayan
yolculuğumuza uçsuz bucaksız ayçiçek tarlaları eşlik etti.
Edirne’de ilk durağımız hem kahvaltı etmek
hem de biraz dinlenmek için Meriç Nehri kenarındaki restoranlardan biri oldu.
Dışarda kavurucu bir sıcaklık söz konusu iken nehir kenarı püfür püfür
esiyordu.Uzun uzun kahvaltımızı edip nehrin ve manzaranın keyfini çıkardıktan sonra Karaağaç’a doğru hareket ettik. Karaağaç, Edirne’nin bir sınır ilçesi. Yunanistan’a 4 km uzaklıktaki bu ilçe sahip olduğu tren garı ve Lozan anıtı ile ünlü.
İstanbul’u Avrupa’ya bağlayan demiryolu
için Edirne Garı vakti zamanında Karaağaç’a yapılmış. Ancak sonraları Rumelideki
topraklar kaybedilince İstanbul’dan Edirne’ye ulaşması gereken tren önce
Yunanistan’dan geçmesi gerekiyormuş. Dolayısıyla bu gar binası kullanıma
kapatılarak şehir merkezine yakın başka bir gar binası inşa edilmiş. Eski bina
ise şu an Trakya Üniversitesi tarafından kullanılmakta.
Atıl durumda olan bir tren…Burada ayrıca Lozan Antlaşmasına ithafen yapımış Lozan Anıtı da bulunmakta. Karaağaç'tan ayrılırken Meriç Nehri üzerindeki taş köprüyü fotoğraflayarak yolumuza devam ettik.
14 Temmuz 2016 Perşembe
Kara Tren Gecikir Belki Hiç Gelmez
Ah ne çok beklenirmiş kara tren bir
zamanlar. Kimi evladını, kimi sevdiğini kimi de annesini babasını beklermiş
kulağı çuf çuf sesinde. Bazen o tren gecikirmiş bazen de hiç gelmezmiş. O
istasyonlar kimi zaman hüzün gözyaşlarına kimi zaman da mutluluk kahkahalarına
şahit olurmuş. Hele o mendil var ya o mendil, camdan sevdiceğe atılan mendil hala
iflah olmaz romantiklerin aklında. Benim aklımda ise trene ve demiryollarına
ait hiçbir şey yok. Evet hiçbir şey yok. Çünkü ben 2 ay öncesine kadar hiç tren
yolculuğu yapmamıştım. (Tabi şehiriçi kullandığım metroyu trenden saymıyorum).
Çocukluğumda nasıl merak ederdim tren yolculuklarını anlatamam. Trenle yolculuk
etmek büyülü bir şeydi benim için. Sonra nasılsa bu merakım geçti. 2 ay evvel
ki İtalya seyahatimde ilk kez Cenova’dan Portofino’ya geçerken trenle 40
dakikalık bir yolculuk yaptım. Ve böylece çocukluğumun hayalini gerçekleştirmiş
oldum.
Neyse konumuza gelecek olursak bugün ben
Sirkeci Garı içinde yer alan demiryolu müzesinden bahsetmek istiyorum. Ama öyle
müze deyince aklınıza çok büyük bir yer gelmesin. 50 metrekare bir oda
içerisinde sergilenen demiryoluna ait eşyalar diyelim.
Tarihi garın içinde yer alan kapı hemen
fark edilmeyebilir.Bir makinist canlandırması… O döneme ait bazı eşyalar… Trende kullanılan bir telgraf makinesi… Yine trende kullanılan tabak çanaklar… Binip trene gezende biz seni hatırlarız (Cahit Külebi) Demiryolu maketi… Ve… Sirkeci garının açıldığı demiryolu…
11 Temmuz 2016 Pazartesi
Pera Palace
Profesör Wagner geçmişin izlerini sürmek
için İstanbul’daydı. Dünyaca tanınmış bir çok ünlü isme ev sahipliği yapmış
tarihi otelin devasa kapısından içeri girerken dondurucu soğuğu ve yoğun tipiyi
arkasında bırakmıştı. Pera Palace; tarih
kokan odaları ve eşsiz manzarası ile geçmişin izlerini sürmek için tam da
olunması gereken yerdi.
Yukarda yazdığım cümleler bana ait ancak
Zülfü Livaneli’nin Serenad isimli kitabının minik bir tanıtımı pekala olabilir.
Yıllar evvel okumuştum Serenad ‘ı ama dimağımda bıraktığı lezzet bugün gibi. Alman profesörün, geçmişin izlerini sürmek için İstanbul’a gelişini ve
bu esnada Pera Palace’da konaklamasını anlatıyordu. Kitabın bir çok sayfasında tarihi
Pera Palace oteli ile ilgili bilgiler vardı. Oldukça sürükleyici olan hikayenin
sonuna ulaşmaya çalışırken Pera Palace da ben de ayrı bir merak uyandırmıştı.
Geçtiğimiz hafta annemle otelin önünden
geçerken “Hadi anne bir kahve molası verelim” önerimle otele girdik ve Jumeriah
isimli pastenesine yöneldik.
Pembe rengin hakim olduğu pastane
oldukça şaşalı döşenmişti. Fransız pastane konseptine uygun gibiydi. Oysa ben
geçmişe doğru yolculuğa çıkacağım bir ortam hayal etmiştim. Buna rağmen yine de
güzeldi.
İştah kabartan pastane köşesi...
Kahvemizi içtikten sonra kısa molamızı sonlandırdık. Pastanede otururken keyif aldığımı ama aradığımı bulamadığımı söyleyebilirim. Otel bölümünü gezmedim. O yüzden otelin de günümüze göre uyarlanıp uyarlanmadığını bilmiyorum. Kimbilir belki bir gün orada konaklamak nasip olur. O zaman ben de düşüncelerimi yazma şansına erişirim.
1 Temmuz 2016 Cuma
İrmik Helvası ve Hayırlı Kandiller
Henüz küçük
bir çocukken okul çıkışında dilimde “Yağ parasıııı, mum parasııı, akşam oldu
kandil parası” sözleri ile babaannemin evinin yolunu tutardım. Bahçe kilidini
açtığım zaman mutfaktan yansıyan loş ışık gözüme çarparken mis gibi lokma
kokusu burnuma çalınırdı. Burada lokma dediğim şey tatlı olan lokma değil,
bildiğimiz hamur kızartması. Babaannem ona lokma derdi . Her kandil ihmal
etmediği iki şey vardı; biri lokma yapmak diğeri de bana harçlık vermek. Harçlığımı
aldıktan sonra lokmaları afiyetle yer eve dönerdim. Bu sefer evde beni un
helvası karşılardı. Annemin kandil alışkanlığı da un helvası yapmaktı. Çok
sonraları babaannem bu dünyadan göçtü gitti, annem de un helvası yapmayı
bıraktı. Böylece kandillerimiz lokmasız ve un helvasız geçmeye başladı. Ta ki bugüne kadar J
Bugün evde
otururken birdenbire helva yapmaya karar verdim. Tercihimi de annemin un
helvası yerine irmik helvasından yana kullandım. Ancak problem şu ki ben irmik
helvası yapmayı bilmiyordum. Dolayısıyla internetten biraz tarifleri
araştırdım. Ancak hiçbir tarif birbirini tutmuyordu. Ben de bir çok tarifi
gözden geçirdim ve göz kararı uygulayarak kendi tarifimi ortaya çıkardım. Gayet
de güzel oldu. Yapmak isteyen olursa tarifi aşağıda paylaşıyorum ve herkese
hayırlı kandiller diliyorum.
İrmik Helvası
Malzemeler
1)125 gram tereyağ
2)1 paket dolmalık fıstık
3)2 su bardağı irmik
4)1.5 su bardağı şeker
5) 1.5 su bardağı su
6)yarım su bardağı süt
Yapılışı
1)Tereyağını eritelim.
2)Dolmalık fıstıkları tereyağında hafif
kızarana kadar çevirelim.
3)İrmiği ilave edelim ve kısık ateşte
yaklaşık 45 dakika kavuralım.
4)Ayrı bir kapta hazırladığımız su, süt
ve şeker karışımını tencereye ilave edelim.
5)Suyunu çekene kadar pişirelim.
6)Ocağın altına kapatıp tencerenin
kapağını arasına kağıt havlu koyarak kapatalım ve tatlımızı demlenmeye alalım.
Afiyet olsun….
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)