30 Kasım 2016 Çarşamba

İran Lezzetleri ve Özel Bir Gün

Farklı ülke mutfaklarını denemeyi sever misiniz? Ben severim…Geçtiğimiz hafta sonu Beyoğlu’nda Reyhun restoranda İran lezzetleri denedim. İlk defa denediğim İran mutfağını beğendim mi diye soracak olursanız valla çok beğendiğimi söylemem. Ancak restoran çalışanlarının hizmeti ve çalınan İran şarkıları çok iyiydi.

Arpa çorbası…
Çelo kebap… Bizim Adana kebaba benziyor ama Adana kebap benim damak zevkime çok daha fazla hitap ediyor.
Sholezard…İran’ın meşhur tatlılarından biriymiş. Bu da bizim zerdeye benziyor. Zerdenin bol safranlısı diyebiliriz.
Kısacası iran yemeklerini öyle bayıla bayıla yemedim ama en azından mutfağı hakkında fikir sahibi oldum. Eve gelince ise arşivimde ki filmlerden birini seyre koyuldum. Orijinal adı Mother’s Day olan film türkçeye Özel Bir Gün ismi ile çevrilmiş. Filmin başrollerinde Jennifer Aniston, Kate Hudson ve Julia Roberts oynuyor. Anneler günü yaklaşırken üç kadının annelik süreçlerini izlediğimiz bir komedi filmi.
Filmi sıradan buldum. Başrollerdeki oyuncular kendilerini sinemada kanıtlamış oyuncular fakat bu durum filmi kurtarmaya yetmemiş. Çoook çok boş vaktiniz varsa biraz kafa dağıtmak için izleyin derim. Öteki durumda izlemeseniz de olur J

25 Kasım 2016 Cuma

Son Okuduklarım

Bugün okuduğum iki kitaptan bahsetmek istiyorum. Birincisi John Steinbeck’in “Köpeğim Charley ile Amerika Yollarında” isimli kitabı. Uzun süredir bir dünya klasiği okumadığım için hevesle başladım bu kitabı okumaya. Ancak o kadar zor ilerledim ki anlatamam. Seyahat tutkunu olan John Steinbeck karavanı Rocinante ve köpeği Charley ile Amerika’yı keşfe çıkmış ve izlenimlerini yazıya aktarmış. Kitabı okurken Amerika’nın çeşitli bölgelerinde dolaşıyoruz. Bazen Kanada sınırında soğuk ile mücadele edip, avcıların hayatına tanık olurken bazen de çöllerden geçiyoruz. Kitap tek düze olarak bu seyahati anlatıyor bunun dışında herhangi bir olay yok. O yüzden bana sıkıcı geldi. Sanırım ben seyahat kitabı okumayı değil o seyahati gerçekleştirmeyi seviyorum:)
Okuduğum ikinci kitap ise Kurt Seyit & Murka oldu. Nermin Bezmen’in  dedesi ve ailesini anlattığı serinin ikinci kitabı. İlki olan Kurt Seyit&Shura’dan daha önce bahsetmiştim.  Bu sefer hikaye İstanbul’da ve ağırlıklı olarak Beyoğlu’nda geçiyor. Yine yazarın dili çok akıcı ve hikaye sürükleyici. Ancak bunların ötesinde kitapta benim en çok ilgimi çeken şey 80-90 sene önceki Beyoğlu oldu. Yazar o zaman ki Beyoğlu siluetini o kadar güzel anlatmış ki  okurken o dönemde yaşamayı çok istedim.
Keyifli okumalar dilerim….

22 Kasım 2016 Salı

Doğa ile Baş Başa Bir Gün

Başlık çok klişe oldu farkındayım :) Ama bu yazıya en güzel uyacak başlık tam olarak budur. Geçtiğimiz Pazar günü Sen Anlat İstanbul isimli organizasyonunun düzenlediği bir geziye  katıldık. Sen Anlat İstanbul’dan daha evvel Balat yazımda bahsetmiştim. Bu sefer ki rotamız Belgrad ormanları ve doğa yürüyüşü oldu. Sabahın erken saatlerinde kalabalık bir grup olarak Bahçeköy’den Belgrad ormanlarına girerek tam 11 kilometre orta zorlukta bir yürüyüş gerçekleştirdik.

Henüz daha yürüyüşe yeni başlamışken orman kokusu iyiden iyiye hissediliyordu ve sabah saatleri olduğu için yaprakların üzeri çiğ damlaları ile doluydu.
Küçük bir dere yatağından geçip burayı fotoğrafladıktan sonra göreceğimiz ilk bend olan 2.Mahmut Bendi’ne doğru yol aldık.
Son bahar yürüyüş için çok uygun bir mevsim. Yürürken ne terledik ne de üşüdük. Gayet rahat bir yürüyüş oldu. Ayrıca ormanın büründüğü pastel tonlar da bize göz ziyafeti yaşattı. Yaprakların arasından başını uzatarak bizi selamlayan bu çiğdemler, nerede karşımıza çıkacağını bilmediğimiz mantarlar çok hoştu.
Veee 2.Mahmut Bendi’ne ulaştık. Burada kısa bir mola verdikten sonra Valide Sultan Bendi’ni görmek üzere tekrar yürüyüşe geçtik.
Yürüyüş esnasında bize bu sefer kokinalar bir diğer adı ile yılbaşı çiçekleri eşlik ettik.
Valide Sultan Bendi’ne vardığımız zaman biraz yorgunluk ve açlık belirtileri başlamıştı. O yüzden bendi fotoğrafladıktan sonra yemek molası verdik.
Molada Yaseminella’nın elinden çıkmış bu sandviçler midemizi şenlendirdi :)
En son durağımız ise Topuzlu Bent oldu. Sonrasında kozalak, meşe palamudu toplayarak yürüyüşümüzü sonlandırdık.
Fiziksel olarak yorulduğumuz ancak ruhen dinlendiğimiz, oksijene doyduğumuz çok güzel bir gündü…

17 Kasım 2016 Perşembe

Mutluluk

Geçenlerde bir arkadaşımla mutluluk üzerine konuşuyorduk. İkimizi mutlu eden şeylerin birbirinden çok farklı olduğunu fark ettik. Bunun üzerine biraz düşününce mutluluğun gerçekten göreceli bir kavram olduğuna karar verdim. Her insanın hayata bakış açısı, yaşadıkları, deneyimleri ve beklentileri farklı.

Ben mutluluğun büyük şeylere bağlı olmadığını düşünüyorum. Yani iyi bir üniversiteyi bitirmek, istediğin mesleğe sahip olmak, çok para kazanmak, iyi bir evlilik yapmak insanı tabi ki mutlu edebilir. Ancak bu tip durumların uzun süreli mutluluk sağlamadığını düşünüyorum. Eğer böyle olsaydı yukarıda saydığım değerlere sahip tüm insanlar mutlu olurken diğerleri mutsuz olurdu ama durum böyle değil J Mutluluk bence gün içinde yaşadığımız anlarda gizleniyor.
Öncelikle sağlıklıysak zaten 1-0 öndeyiz. Gelelim gün içinde yaşadığımız anlara… Mesela İstanbul’un her daim kalabalık olan trafiği o gün açıksa ve sevdiğim şarkılar radyoda çalıyorsa zevkle araba kullanıyorum. Desteklediğim takım o hafta maçı kazanmışsa keyif alıyorum. Kek yaptığım zaman evi saran tarçın-vanilya kokusuna bayılıyorum.  Bütçemden o ay bir yardım kuruluşu için bir şeyler ayırabildiysem birileri için faydalı olduğumu düşünüyorum ve bu beni mutlu ediyor. Bir de seyahatler ve sosyal aktiviteler var tabi ki…Yeni bir yeri keşfetmek (yaşadığım şehirde ya da dışında), yeni bir lezzetle tanışmak, güzel bir film seyretmek, sürükleyici bir kitabı bitirmek bana mutluluk veriyor. Yani bana göre mutluluk gün içinde yaşadığımız bir çok anda gizli.

Mutlu kalın J

14 Kasım 2016 Pazartesi

Hapishanede Kırım Ezgileri

Bir zamanlar hapishane olarak kullanılmış bir konak düşünün. Bu konağın çarpı işaretleri ile doldurulmuş duvarlarında şu an Kırım ezgileri yankılanıyor. Galata’da yer alan Galata Evi’nden bahsediyorum. Galata Evi, 1900’lü yılların başında İngiliz hapishanesi olarak kullanılmış. Akabinde ise İngiliz karakolu, mahkemesi gibi hizmetler vermiş. 1999 yılında ise mimar bir çift olan Nadire-Mete Göktuğ tarafından satın alınarak restoran haline dönüştürülmüş.
Galata Kulesi’nin biraz aşağısında yer alan Galata Evi’ne yıllar evvel gitmiştim. 2 hafta evvel bir arkadaşımı götürmek maksadıyla tekrar uğradım.  Konağın kapısını çaldığımızda güler yüzlü aşçısı bizi karşıladı. Kimsecikler yoktu içerde. Cumbadaki masada yerimizi alarak siparişimizi verdik. Rus/Gürcü/Kırım mutfağı olarak hizmet veren restoranda (sonradan öğrendiğimiz üzere Nadire Hanım Kırımlıymış) bir Rus mantısı çeşidi olan pilevni ve Gürcü tatlısı kuş sütü siparişi verdik. Her ikisi de birbirinden lezzetliydi.
Biz yemeğimizi bitirmek üzereyken konağın sahibi Mete Bey geldi. Bize uzun uzun konağın tarihini, Galata’yı ve eski İstanbul’u anlattı. Konağın restorasyonu sırasında geçmişe ait izlerin silinmediğini gösterdi. Örneğin, mahkumların karaladıkları duvar hala ilk günkü gibi duruyor.
Konağın her bir köşesinde geçmişe ait izler bulmak mümkün.
Dolaşırken piyano dikkatimi çekti ve kim çalıyor diye sordum. Eşi Nadire Hanım akşamları çalıyor;  Kırım ezgileri, Tatar türküleri konakta çınlıyormuş. Ah keşke şimdi burada olsaydı ve Yalta ormanlarının kokusunu buraya getirseydi diye iç geçirdim. Belki bir akşam Nadire Hanım’ı dinlemek için yeniden uğrarım.  Bu arada kışın menülerinde sıcak şarap ve salep de bulunuyor. Galata’da eski bir konakta, bir kış günü sıcak içeceği yudumlayarak Kırım ezgileri dinlemek hiç fena olmaz sanırım...

10 Kasım 2016 Perşembe

Pera Müzesi (2.Bölüm)

Müzenin üst katında ünlü tablolar sergilenmekte. Sergi iki kısma ayrılmış. Birinci kısımda yabancı ressamların kültürümüzü yansıttığı resimleri sergilenirken, ikinci kısım Osman Hamdi Bey’e ayrılmış durumda.

Mehmet Said Efendi ve Maiyeti - George Engelhardt Schröder
İngiliz Elçisinin Kızı Tahterevanda - Fausto Zonaro
İstanbul Panoramasi -  Antoine de Favray
Ve en ünlü tablolarımızdan biri: Kamplumbağa Terbiyecisi – Osman Hamdi Bey… Tablonun orjinalinin bu müzede olduğunu burayı gezene kadar bilmiyordum.
Pembe Başlıklı Kız – Osman Hamdi Bey
İki Müzisyen Kız – Osman Hamdi Bey

7 Kasım 2016 Pazartesi

Kasım Ayına Merhaba ve Pera Müzesi

Güneş artık eskisi gibi ısıtmıyor,  geç doğuyor ve erken batıyor. Yolda yürürken aniden bastıran yağmur bazen hayatı zorlaştırıyor. İçinde bulunduğumuz ay bir yılın daha sonuna yaklaştığımızı haber veriyor. Ömürden bir sene daha gidiyor. Tüm bunlara rağmen ben seviyorum Kasım ayını. Bu ay bize kızıl ve sarının başrol oynadığı muhteşem bir görsel şölen yaşatıyor. Kasım ayında açık havada yaptığım yürüyüşlerim daha bir keyifli, içtiğim kahveler daha bir lezzetli geliyor. Bu yüzden hoş geldin Kasım ayı diyorum, umarım harika günler getirirsin.
Bugün çok güzel bir müzeden Koç ailesi tarafından kurulmuş olan Pera Müzesinden bahsetmek istiyorum. Tarlabaşı’nda yer alan müzenin sık sık önünden geçmeme rağmen içini hiç gezmemiştim. Geçenlerde ziyaret etme şansım oldu.
Müze 3 ana kısımdan oluşuyor. Birinci kısımda Anadolu ağırlık ve ölçüleri koleksiyonu yer almakta.

Hacim ölçüleri…
Adalet…
Herakles büstü biçimli kantar…
İkinci kısımda ise kahve kültürümüze ait değerler sergileniyor. Pera müzesinde en çok hoşuma giden detay eserlerin sergilenmesi esnasında kullanılan destekleyici görseller oldu. Arka fonda kullanılan resimler, tabanda kullanılan kahve çekirdekleri müzeye ayrı bir hava katmıştı.
Bir sigaralık…
Çeşitli kibritlikler…
Müzenin üçüncü kısmı ise resim sergisi olarak hizmet vermekte. O da bir daha ki yazıya J