26 Kasım 2012 Pazartesi

Bir Beyoğlu Klasiği : Balık Pazarı

Daha önceki Beyoğlu yazımda Beyoğlu’nda bulunan klasiklerden bahsetmiştim. Bu klasiklerin en başında da Balık Pazarı geliyor. İki hafta evvel, Beyoğlu’na gitmişken balık pazarına da uğradık. Bakmayın adının Balık Pazarı olduğuna çarşıda 3-4 tane balıkçı ya vardı ya yoktu. Eskiden burada 30 civarı balıkçı varmış. Şimdi o balıkçılar yerlerini restoranlara, barlara ve hediyelik eşya satan dükkanlara bırakmış durumda. Ancak yine de tarihi çarşı içinde klasikleşmiş bazı dükkanları görmek mümkün.
 
Pazar girişi...

Pazarda varlığını sürdüren 3-4 balıkçıdan biri...
Çarşı girişinde midye tava ve kokoreç yapan restoranlar karşılıyor bizi. Çok sevdiğim midye tavanınkokusu beni baştan çıkarmaya çalışsa da şu sıralar sağlıklı yeme günlerimde olduğum için koku duyumu yok sayıyorum J

Çarşıda ilerlemeye devam ederek Titiz Manav’ a ulaşıyoruz. Burası her türlü sebze ve meyveyi bulabileceğiniz bir mekan. Hürriyet gazetesinin en iyi 10 manav sıralamasında da başı çekiyor. Biz de burada kısa bir mola veriyoruz ve ısırgan otu alıyoruz.(Annem çok güzel ısırgan yemeği yapar)


Titiz manavın bulunduğu sokaktan içeri girince ise Beyoğlu Şarküteri’yi görüyoruz. Ben buradan hiç alışveriş yapmadım. Ancak her türlü şarküteri ürününü ve yöresel peynirleri burada bulmak mümkün.
Sokakta biraz ilerleyince Tarihi Beyoğlu Ekmek Fırınına ulaşıyoruz. Hiç denemedim ama buranın da ekmeklerinin  çok lezzetli olduğu söyleniyor. Ekmek fırının hemen yanında ise Petek Turşucusu var. Petek Turşucusu da diğer mekanlar gibi çok eski bir dükkan. Biber, salatalık, lahana gibi klasik turşuların yanısıra bamya, mantar, kiraz gibi ilginç turşular da yapıyorlar. Buradan biraz biber turşusu biraz da denemek için bamya turşusu aldık ve balık pazarı gezimizi sonlandırdık.

 
Rengarenk turşu kavonazları çok göz alıcı...

 

19 Kasım 2012 Pazartesi

Sonbaharın En Turuncu Rengi

Balkabağı ile ilişkimiz çocuk yaşta başlar. Külkedisinin gösterişli arabasıdır o. Gece saat 12’ye kadar külkedisinin hizmetinde görevlidir. Gece 12 ‘de ise özüne döner.

Sonbahar mevsiminin vazgeçilmez sebzesi, Ekim sonu, Kasım ayı başlarından itibaren pazarlarda ve market raflarında yerini alır. O sonbaharın en turuncu rengidir. Tatlısı, çorbası, yemeği, böreği gibi bir çok şeyi yapılır. Ancak  ülkemizde en popüler tüketimi tabi ki tatlı olarak tüketimidir.

Annemin yaptığı balkabağı tatlısını çok severim. Böyle yumuşacık, ağızda dağılan bol cevizli bir tatlı yapar annem. Ben geçtiğimiz hafta sonu farklı bir şey denemek istedim ve http://yemekkvakti.blogspot.com/ da yer alan Balkabaklı Pasta tarifini evde uyguladım. Tarif için  Aylin Hanım’ a buradan teşekkür ediyorum.

Pasta oldukça lezzetliydi özellikle babam bayıldı. Tarifi burada da paylaşmak istiyorum.
Bal Kabaklı Pasta

Malzemeler
 
1 kilo balkabağı (ben 1 kilodan çok az daha fazla kullandım)
1.5 su bardağı şeker
1 su bardağı su

400 gram cici bebe (cici bebe yerine pötibör bisküvi ile de daha hafif bir tat elde edilebilir diye düşünüyorum daha sonra bir de böyle deneyecem)
1 su bardağı ince çekilmiş ceviz
2 poşet krem şanti (1 paket yani)
1 su bardağı süt

Yapılışı:

Orta boy küpler halinde doğranan kabak, şeker ve suyu bir tencerede pişiriyoruz.

2 poşet krem şantiyi bir bardak soğuk süt ile katı bir kıvam alıncaya kadar çırpıyoruz ve işlem tamamlanınca buzdolabına kaldırıyoruz.

Bu arada pişen balkabaklarını şerbeti ile beraber derin bir kaba alarak eziyoruz (Ben patates ezeceği ile 2 dakikada ezdim)

Soğuyan kabak püresinin içine cici bebeleri un gibi olmayacak şekilde kırıp, cevizi ve krem şantiyi de ilave ediyoruz.

Karışımı iyice karıştırdıktan sonra kelepçeli bir kek kalıbına yayıyoruz. Üzerine streç film geçirip 6 saat kadar buzdolabında bekletiyoruz.

Afiyet Olsun…


 
Krem şantim az olduğu için üzerini istediğim gibi süsleyemedim ama lezzeti süsünü unutturdu.

16 Kasım 2012 Cuma

Beyoğlu

Geçmişte Pera olarak anılan Beyoğlu, İstanbul’un eski semtlerinden biridir. İlk önceleri Galata’dan gelen gayrimüslimler ile Fransız ve Venedik elçilikleri yerleşmiş Beyoğlu’na. Hatta isminin Kanuni zamanında ki  Venedik Elçisinin oğlu Luigi Gritti’den geldiği söylenir. (Luigi Gritti karakteri geçen yıl Muhteşem Yüzyıl dizisinde de yer almaktaydı ). Luigi Giritti halk tarafından Bey Oğlu diye çağrılırmış konağı da bu semtte olduğu için bu hitap şekli semtin adı olmuş.

Beyoğlu hemen hemen 50 yıl öncesine kadar İstanbul’un en nezih semtlerinden biriymiş. İnsanlar Beyoğlu’na giderken en şık kıyafetlerini giyermiş. İlk sinema salonları, tiyatrolar, sanat galerileri, pastaneler ve lüks mağazalar Beyoğlu’nda açılmış. Şimdi ise kozmopolit İstanbul’un en kozmopolit ilçesi Beyoğlu. Artık takım elbiseli erkeklerle, döpiyes giymiş kadınlar gezmiyor Beyoğlu’nda. Buna karşın İstanbul’un yüzünü yansıtıyor bu semt. En ünlü caddesi İstiklal Caddesi’nde  dolaşırken çeşitli profillerde insanlar görürsünüz. Şaşkın bakışlarla etrafı tanımaya çalışan bir turist, henüz okul formalarını üzerinden çıkarmamış öğrenciler, metalci gençler, çalışmaktan yorgun düşmüş bir an önce eve varmaya çalışanlar, sanatçılar…vs.
Beyoğlu ayrıca gece hayatının nabzının attığı semttir. Kimileri türkü dinleyerek, kimileri fasıl yaparak, kimileri göbek atarak, kimileri pop, kimileri rock söyleyerek eğlenir gece boyunca Beyoğlu’nda. Sahip olduğu meydan yani Taksim Meydanı ise İstanbul’un en ünlü meydanlarından biridir. İnsanlar sevincini, kızgınlığını hep bu meydanda dile getirir.

Beyoğlu’nda klasikleşmiş bir çok öge vardır. Tarihi bir yapı, bir lokanta, pastane ya da bir ulaşım aracı Beyoğlu klasiği olabilir. Örneğin; hemen İstiklal Caddesi girişinde kıpkırmızı rengi ve o nostaljik görünümüyle tramvay karşılar sizi. Canınız lokum isterse Ali Muhiddin Hacı Bekir’e uğrarsınız, yok efendim ben profiterol yiyecem diyorsanız İnci Pastanesi hemen orada. Mis gibi lavanta kokusunu içinize çekmek istiyorsanız az ilerde Rebul Eczanesi var. Ben dolaşmaya geldim diyenlerdenseniz boylu boyunca İstiklal caddesi ve tarihi pasajlar sizi bekliyor. Biraz müzik, biraz eğlence ise derdiniz Çiçek Pasaji, Nevizade, Asmalımescit ve arka sokaklarda sıralanmış bir çok eğlence mekanı var. Ben taze sebze, meyve, balık alacam diyorsanız Beyoğlu Balık Pazarına uğramadan geçmeyin. Tünele kadar ulaştıysanız az daha devam edip Galata Kulesi’nden 360 derece İstanbul seyredebilirsiniz. Bunlar gibi Beyoğlu ile özdeşleşmiş bir çok yer, mekan, marka var bu semtte.
Beyoğlu benim favori semtim değil ama sevdiğim semtlerden biri. Sıklıkla giderim. Eğer sizin de uğrak noktalarınızdan biriyse iyi eğlenceler ve iyi gezmeler…

7 Kasım 2012 Çarşamba

Sinema Keyfi ve Çikolatalı Sufle

Geçtiğimiz Pazar sabahı annemle sinemaya gitmeye karar verdik. Hangi filme gidelim diye düşünürken Cuma günü Özcan Deniz ve Fahriye Evcen’in başrollerinde oynadığı Evim Sensin filminin vizyona girdiğini gördüm. Hadi bu filme gidelim teklifime annem de olumlu yanıt verince 14:45 seansında elimizde patlamış mısırlarla sinema koltuklarında yerimizi çoktan almıştık. Film, orijinal adı A moment to Remember” olan Güney Kore filminden uyarlanmış. Filmin orijinali hakkında hiçbir bilgim yoktu. Özcan Deniz’i en son Asmalı Konak dizisinde seyretmiştim, Fahriye Evcen’ in ise rol aldığı hiçbir yapımı seyretmemiştim. Bu yüzden filme tamamen ön yargısız yanaşarak seyretmeye başladım. Filmin ilk yarısı oldukça eğlenceliydi, bol bol güldük. İkinci yarısı ise “çok gülme ağlarsın” olayı gerçekleşti ve salon göz yaşlarına boğuldu. Genel olarak ben bu filmi beğendim hem ağlattı hem güldürdü. Oyunculuklar da iyiydi. Zaman zaman Fahriye Evcen’in abartılı rolleri olsa da filmin genelinde kayboldu bu durum. Ayrıca filmde ki kara kış görüntüleri de çok güzeldi.

 
Sinema sonrası ise ana kız Özsüt’ e gittik ve birer çikolatalı sufle söyledik. Buranın çikolatalı suflesini çok severim. Sufleyi midemize indirirken aramızda filmin eleştirilerini de yaparak günü noktaladık.

5 Kasım 2012 Pazartesi

Şehirlerin Cinsiyeti Olsaydı?

İstanbul’da doğup büyüdüm, burada okudum ve yine burada iş hayatıma başladım. Kısacası şehir dışı seyahatler haricinde İstanbul dışında hiç yaşamadım. Bu yüzden de kendimi çok şanslı hissediyorum. İleri ki yazılarımda İstanbul’un çeşitli semtlerinden, tarihi yerlerinden, doğal güzelliklerinden (ne kadar kaldıysa artık) bahsedicem ama önce benim gözümden İstanbul demek istiyorum.

Çok çok eski bir şehir İstanbul. Yapılan araştırmalarda Neolitik döneme ait izlere dahi rastlanıyor. Tarih  boyunca çeşitli isimler alıyor. Konstantinopolis, Konstantiniyye, Dersaadet en bilinen eski isimleri. Bu isimler arasında yer alan Dersaadet  “Mutluluk Kapısı” anlamına geliyor ve İstanbul’a en çok yakışan isimlerden biri.

Eğer şehirlerin bir cinsiyeti olsaydı kesinlikle kadın olurdu İstanbul. Çünkü tarih boyunca uğruna çok savaşlar verildi. Onu fethetmek, ona sahip olmak isteyen ordular defalarca kez işgal ettiler topraklarını, kanla suladılar her bir taşını. Zaman zaman ise masa başında yapılan stratejik planların baş aktristi oldu o. İlk önceleri Konstantin’in şehriydi ve dönemin büyük imparatorluğuna başkentlik yapıyordu. Sonra “müjdelenen komutan” geldi, fethetti bu eşsiz şehri ve torunlarına yani bizlere miras olarak bıraktı. İstanbul fetih sonrası şaşkındı. Kolay mı görkemli bir imparatorluğa başkentlik yapıyordu şimdi akıbeti ne olacaktı? Aslında endişelenmesine hiç gerek yoktu. Gelecek yüzyıllara damgasını vuracak başka bir imparatorluğun başkenti olarak devam edecekti statüsü.
 
Eğer şehirlerin bir cinsiyeti olsaydı kesinlikle kadın olurdu İstanbul. Mızmız değil çünkü, öyle ufacık hastalıkta, ağrıda, sızıda pes etmez. Ne hastalıklar, ne felaketler gördü. Ortaçağ’da Avrupa vebadan kırılırken o veba salgını geldiğinde büyük bir direnç ile karşı koydu. Defalarca kez depremle sarsıldı. An geldi taş üstünde taş kalmadı ama o yine yaralarını sarmayı bildi.

Eğer şehirlerin bir cinsiyeti olsaydı kesinlikle kadın olurdu İstanbul. Anaç çünkü…Her milletten, her ırktan, her dinden insana ev sahipliği yaptı. Hala da yapmaya devam ediyor zaten onu farklı kılan da bu kültür mozaiği.

Eğer şehirlerin bir cinsiyeti olsaydı kesinlikle kadın olurdu İstanbul. Uğruna şiirler, romanlar yazıldı, şarkılar söylendi, defalarca kez resmedildi, fotoğraflandı, efsaneler uyduruldu. Bazen bir bestekar tepeden baktı Aziz İstanbul’una, bazen bir şair gözleri kapalı dinledi İstanbul’u, sürgündeki bir şair ise gonca gülünü bıraktı yedi tepeli şehrinde. Bir mimar geldi yaklaşık 500 sene evvel, o mimar, koca mimar taçlandırdı, onurlandırdı yedi tepesini İstanbul’un.

İstanbul taşı toprağı altın şehir İstanbul…Yukardaki 3-4 paragraf onu anlatmaya yetmez. Bunlar benim İstanbul hakkındaki ilk aklıma gelenler. Bu blogda İstanbul hakkında başka yazılarım da olacak, şimdilik hoşça kalın J