25 Nisan 2014 Cuma

Hediye Kitaplar ve Yumuşacık Poğaçalar

Geçtiğimiz günlerde bloglarda dolaşırken http://kezbansahintaysun.blogspot.com.tr/ isimli bir bloga rastladım. Bu blog, Kezban Şahin Taysun’ a ait. Kezban Hanım başarılı bir yazar. Basılmış çeşitli kitapları bulunmakta. Blogunda yer alan yazılarından birine yorum yapınca bana e-mail yolu ile ulaştı ve Aynadaki Göz isimli kitabını hediye etmek istediğini belirtti. Ben hem çok şaşırdım hem de çok mutlu oldum. 3 gün evvel kitap daha doğrusu kitaplar elime geçti. Kezban Hanım hem Aynadaki Göz isimli öykü kitabını hem de Kafesteki Kalp isimli bir diğer kitabını göndermiş. Üstelik kitapların ilk sayfalarını da güzel dileklerde bulunarak imzalamış. Çok mutlu olduğumu söylememe gerek yok sanırım:) Aynadaki Göz isimli kitabın ilk öyküsünü bir solukta okudum. Akıcı bir anlatımla yazılmış ilgi çekici bir öyküydü. Şimdi sıra diğer öykülerde....
Bu hafta ayrıca yumuşacık poğaçalar yaptım. Ne zamandır aklımda poğaça yapmak vardı ancak bir türlü fırsat bulamıyordum. Geçen gün boş bir vakit yakalayınca hemen mutfağa koştum. Poğaçaları, bir kısmı peynirli-maydanozlu diğer kısmı kuru domatesli-kaşarlı olmak üzere iki çeşit hazırladım. Tarif hemen aşağıda.Deneyeceklere şimdiden afiyet olsun J
Malzemeler (Tüm malzemeler oda ısısında olmalı)
1)2 adet yumurta
2)1 çay bardağı yoğurt
3)1 çay bardağı ayçiçek yağı
4)250 gr. tereyağ
5)2 çorba kaşığı sirke
6)1 tatlı kaşığı tuz
7)1 paket kabartma tozu
8)Aldığı kadar un
İç Harcı
Yarısı için beyaz peynir ve maydanoz.
Diğer yarısı için kuru domates ve kaşar
Yapılışı

1)Bir kapta ufalanmış beyaz peynir ve ince kıyılmış maydanozu karıştıralım. (miktarlar göz kararı ayarlanabilir)
2)Başka bir kapta rendelenmiş kaşar ve 2-3 tane küçük küçük kesilmiş domatesi karıştıralım.

3)1 yumurtanın sarısını ayıralım.
4)Kalan yumurta akını, diğer yumurtayı, sirke, tuz, kabartma tozu, ayçiçek yağı ve yoğurdu geniş bir kapta karıştıralım.

5)Unu eleyelim.
6)Elediğimiz unu karışıma azar azar ekleyelim ve hamuru yoğurmaya başlayalım.

7)Hamur kulak memesi kıvamına gelinceye kadar un eklemeye devam edelim.
8)Hamurdan cevizden büyük parçalar kopararak avucumuzda açalım ve bir kısmının içine peynirli-maydanozlu harçtan, bir kısmına kaşarlı-kuru domatesli harçtan koyalım.Daha sonra hamuru 2 ye katlayalım

9)Poğaçaların üzerine en başta ayırdığımız yumurta sarısını sürelim.
10)Önceden 180 derecede ısıtılmış fırında poğaçaların üstü kızarana kadar pişirelim.

22 Nisan 2014 Salı

Sarı Sarı Laleler Aldım Çiçek Pazarından

Yok yok sarı laleler değil, kıpkırmızı bir yıldız çiçeği aldım ben çiçek pazarından. Üç kuruş fazla olsun rengi kırmızı olsun J

Havaların ısınması ile beraber bir şeyler ekip biçme isteğim artınca, yeni taşındığımız evin terası da müsait olunca soluğu Eminönündeki çiçek pazarında aldım. Buradaki çiçek pazarında her türlü sebze, meyve tohumu ve fidanı bulunabiliyor.
Tohumlar...
Fidanlar...
Tarlaya ektim soğan...
Ayrıca bodur narenciye ağaçları da bulmak mümkün. Evde limon, mandalina gibi bir ağaç yetiştirmeyi çok istiyorum.Aşağıdaki mandalina ağacı da çok hoşuma gitti. Fakat daha sonra başka yerleri uğrayacağım için taşıma derdi yüzünden alamadım L
Bu mis kokulu fesleğenler mutfak camı önünde çok rahat yetiştirilebilir.
Çiçek pazarında ayrıca kuşlar da satılıyor. Hatta eskinden sülükler de satılırdı. Bidon içinde sülükler olurdu ve insanlar tedavi amacı ile onları alırdı. Son gidişimde göremedim.
Kuş satılınca kuş yemi satılmadan da olmaz.
Benim pazarı gezerken en garipsediğim nokta çiçek azlığıydı. Daha çok tohum satılıyordu. Aşağıdaki kaktüsler az miktarda bulunan çiçeklere örnek.
İşte bu da yazının başında bahsettiğim yıldız çiçeği J Eve gelince hemen sulayarak terasta en güzel yere yerleştirdim. Şimdi yeni çiçekler vermesini bekliyorum...
İyi haftalar...

18 Nisan 2014 Cuma

Beyoğlu'nda Bir Başka Klasik : Hacı Abdullah

http://yasamizi.blogspot.com.tr/2014/04/buras-dingonun-ahr-m.html ve http://yasamizi.blogspot.com.tr/2014/04/nostaljik-cikolata.html yazılarımda Beyoğlu klasiklerinden  - tramvay ve çikolatadan - bahsetmiştim. Aslında Beyoğlu’nda klasikleşmiş, bir çok mekan ve unsur var. Bugün de onlardan birinden, son gidişimde uğradığım Hacı Abdullah’tan bahsetmek istiyorum. Hacı Abdulllah Lokantası, Osmanlı Dönemi’nde padişah fermanı ile kurulan ilk lokanta. Çeşitli semtlerde bulunduktan sonra şimdi ki yerine yani Beyoğlu’na taşınmış. Hemen Ağa Camii’nin yanından girip 15-20 metre ilerledikten sonra restorana ulaşabiliyoruz.
Tarihi bir mekan içinde bulunan restorandan içeri girdiğimiz zaman ilk önce rengarenk turşular göze çarpıyor.
İlerledikçe çeşitli motiflerle ile süslenmiş duvarları, tavanları ve duvarlar içine gömülü objeleri görüyoruz.
Restoran klasik Osmanlı yemeklerinde oldukça iddialı. Ancak benim favorim ince yufkaya sarılmış köfte J
Lokantanın bir diğer meşhur yiyeceği ise karışık komposto. Valla bizim evde komposto fazla tüketilmez. Ancak buraya gidince de bu leziz kompostoyu tatmadan olmaz.
Fiyatlardan bahsedecek olursak fiyatların çok ucuz olduğunu söylenemez. Ancak fiyatlara karşın porsiyon ve lezzet oranı iyi.

15 Nisan 2014 Salı

Jack London ve Vahşetin Çağrısı

Yılbaşından evvel bir kitap hediyesi almıştım. Jack London’ a ait olan bu kitabın adı Vahşetin Çağrısı idi. Kitabı ilk gördüğüm zaman biraz duraksadım. Çünkü isminde geçen vahşet kelimesi bana gerilim – korku romanlarını çağrıştırıyordu ve bu tür romanlarla aram pek iyi değildi.
 
Neyse o gün bugündür araya başka kitaplar girdi ve sonunda geçen hafta bu kitaba sıra geldi. Kitabın ilk 3-4 sayfasını okumamla beraber sayfaların içine gömülmem bir oldu J Kitap köpekler üzerinden yapılmış insan ve yaşam analizini içeriyor. Kitabın baş kahramanı “Buck” isimli bir köpek. Buck, ataları vahşi yaşamdan gelmesine rağmen  zaman içerisinde evcilleşmiş bir hayvan. Fakat bir süre sonra kendini tekrar vahşi yaşamın içinde buluyor. Ayakta kalabilmek için de müthiş bir mücade veriyor. Bu mücadele yolunda farklı yaşam koşullarıyla ve farklı karakterlere sahip köpeklerle karşılaşıyor. Kısacası bu kitap hayatın ta kendisini anlatıyor. Ben çok severek okudum, kesinlikle tavsiye ederim. Bu arada kitabı bana hediye eden kişiye de bir kez daha teşekkürler J

10 Nisan 2014 Perşembe

Nostaljik Çikolata

Yıllar evveldi, liseye gidiyordum sanırım. Annem, babam ve ben Beyoğlu’na sinemaya gitmiştik. O zamanlar alışveriş merkezleri çok fazla olmadığından hep İstiklal Caddesi üzerindeki sinemalara giderdik. Film öncesi İstiklal Caddesi’nde turlarken babam birden bir büfeye yanaşarak “Durun, buradan çikolata alalım” dedi. Babamın aldığı çikolata marketlerde görmeye alıştığımız yazılı ambalajlı, marka çikolatalardan farklıydı. Folyo gibi bir kağıda sarılmış, üzerinde iri iri fındıklar olan bir çikolataydı. Ben direk  “ya ama bu ne marka belli değil, kabı da doğru düzgün değil” diyerek ilk tepkimi gösterdim. Babam da “oooo bu çok eski bir marka, Beyoğlu çikolatası” dedi J Neyse sonra filme girdik. Film esnasında babam çikolotanın ambalajını açarak bana bir parça uzattı. Ön yargılı olarak ağzıma attığım çikolataya bayıldım. Babam, yüzünde kocaman bir tebessümle çikolatanın tamamını bana uzattı ve böylece bu nostaljik çikolata hayatıma girmiş oldu.

Şimdilerde Beyoğlu tarafına ne zaman yolum düşse bu büfenin önüne uğruyorum. Artık Elit markası bu çikolatayı üretiyor.
Eskiden sadece fındıklı olan çikolataya, fıstıklı, bademli ve bitter gibi çeşitler de eklenmiş. Ancak ben fındıklıdan şaşmıyorum.
 

7 Nisan 2014 Pazartesi

Burası Dingo'nun Ahırı mı?

Kırmızı, kıpkırmızı, içi hep kalabalık  ve her zaman cadde boyunca turluyor. Tabloların, fotoğrafların, posterlerin vazgeçilmezi. Evet evet Taksim-Tünel arası seyreden tramvaydan bahsediyorum. Beyoğlu’nun simgesi haline gelmiş olan bu tramvay yaklaşık 100 senedir elektrikli olarak İstanbul halkına hizmet veriyor. Peki öncesi yok mu?Tabi ki var... Tramvay daha evvelden atların çektiği bir ulaşım aracıymış.
Geçen haftalarda İstiklal Caddesinde tramvay fotoğrafı çekerken arkadaşıma Beyoğlu tramvayı ile ilgili bir hikaye anlatmıştım. Şimdi burada da bu hikayeyi paylaşmak istiyorum. Çok eskiden yani elektrikli ulaşım henüz başlamamışken tramvay, iki tane at ile çekilirmiş. Yalnız Şişhane yokuşundan yukarı çıkarken iki atın tramvayı çekmeye gücü yetmezmiş. Dolayısıyla burada iki at takviyesi daha yapılırmış. Yukarı çıkıp, Fransız Konsolosluğu civarına gelince takviye atlar sökülür ve buradaki bir ahırda dinlenmeye alınırmış. Daha sonra dinlenen atlar  tramvaya bağlanmadan serbest halde eski yerlerine gönderilirmiş. Fransız Konsolosluğu civarındaki bu ahıra gün boyu giren çıkan atın haddi hesabı olmazmış ve bu ahır Dingo isimli bir Rum vatandaş tarafından işletilirmiş . İşte “Dingo’nun Ahırı mı?” deyimi de buradan çıkmış.
Herkese iyi haftalar J