30 Mayıs 2013 Perşembe

Ona Makedonya'nın İncisi Diyorlar

Gezimizin 6.gününe Makedonya’nın güzel şehri Ohrid’de başladık. Kaldığımız otel, göl kenarında, karlı dağ manzaralı çok hoş bir yerde bulunuyordu. Manzaranın keyfini çıkarıp, kahvaltı ettikten sonra Ohrid’i gezmek üzere otelden ayrıldık.

Ohrid, eski Osmanlı evlerinin bulunduğu, Balkanların en önemli gölünü içeren çok şirin bir şehir. Elveda Rumeli dizisinin bir çok sahnesi bu şehirde çekilmiş. Biz de geziye Elveda Rumeli’deki kaymakamın evinden başladık.

Kaymakamın evinden sonraki durağımız Ayasofya Kilisesi oldu.

Ohrid’in dar sokaklarından yukarılara doğru çıktıkça manzara güzelleşiyordu.

Ohrid Halveti Tekkesi görülecek yerler arasında bulunuyor.

Gezimiz bitince alışveriş için serbest zaman verildi. Ohrid’ de alışveriş denince akla gelen ilk şey “inci”. Ohrid, gölden çıkarılan incileri ile meşhur. Hem bu incilerden dolayı hem de şehrin güzelliğinden ötürü Ohrid’e Makedonya’nın incisi deniliyormuş.

Hediyelik eşya satan dükkanlardan ufak tefek bişiler aldık. Satıcıların çoğu türkçe anlıyor. Yeteri derecede konuşamasalar da anlaşmak zor olmuyor J



Alışveriş sonrası ise öğle yemeğimizi yemeye karar verdik. Gölden çıkarılan bir balık buranın en popüler yiyeceğiymiş. Açıkçası ben tatlı su balığına biraz mesafeliyimdir. Ancak o kadar övdüler ki bari deneyeyim dedim. Denediğime değdi mi evet değdi. Şu ana kadar yediğim en lezzetli tatlı su balığıydı ama hala adı neydi hatırlamıyorum J

Yemek faslından sonra sıra geldi gölde tekne gezisine. Günün en keyifli saatlerini bu gezi esnasında yaşadık. Parlak güneş, püfür püfür esen rüzgar eşliğinde göl kenarında sıralanmış tepesi karlı dağları seyrederek güzel bir tekne gezisi yaptık.

Daha sonra Makedonya’nın başka bir şehrine Struga’ya gittik. Struga, Drim nehrinin Ohrid Gölü ile buluştuğu nokta.  

28 Mayıs 2013 Salı

Avrupa'nın Göbeğinde Fakir Bir Ülke

Gezimizin 5.gününde sabah erken saatlerde, Arnavutluk’ a gitmek için yola çıktık. İlk önce Karadağ’da yer alan Sveti Stefan adasını gördük. Sveti Stefan adası kara ile bağlantılı inanılmaz güzel görünen bir ada. Bir zamanlar Sophia Loren, Liz Taylor gibi ünlülerin uğrak yeriymiş.


Adayı gördükten sonra Arnavutluk sınırına doğru ilerledik. Açıkçası yola çıkmadan evvel Arnavutluk’tan çok fazla bişi beklemiyordum. Ancak bu kadar kötü olacağını da tahmin etmemiştim. İlk önce İşkodra’ya girdik. İşkodra son derece bakımsız ve çok düzensiz bir şehirdi. Ardından başkent Tiran’ a hareket ettik. Tiran’ın daha güzel olacağını umuyorduk ancak orası da İşkodra’dan farksızdı. Bu şehirlerin Avrupa’nın göbeğinde olduğuna inanamıyorduk. Şehirde yer alan en önemli eser ise Edhem Bey Camii idi. Edhem Bey Camii, içi el işi süslemelerden oluşan dünyadaki tek camiymiş.


Camiyi gördükten sonra bir Türk restoranında öğle yemeği molası verdik ve ardından Makedonya’ya hareket ettik. Akşam saatlerinde de Makedonya’nın güzel  şehri Ohrid’e vardık.

24 Mayıs 2013 Cuma

Dalmaçya Kıyıları

Gezimizin 4.gününde Bosna’dan ayrılarak Karadağ’a hareket ettik. Kısa bir yolculuk sonrası Karadağ gümrüğüne vardık. Pasaport kontrolünün ardından artık Karadağ’daydık. Karadağ’ın iki önemli şehrini Kotor ve Budva’yı gezdik.

İlk durağımız Kotor oldu. Kotor, Dalmaçya kıyılarında çok şirin bir şehir. Burası Balkan gezisi esnasında Mostar ile beraber benim favori şehrim oldu.

Kotor’ a gitmek için öncelikle bir limanda durduk ve tekne ile Kotor kıyılarına geçtik. Yaklaşık 20 dakika süren geçiş esnasında güzel bir manzara bize eşlik etti.
 
Kotor yıllarca Venedik hakimiyeti altında kaldığı için şehirde İtalyan esintileri görülebilir. Ben Kotor’u daha önce gördüğüm Venedik’ e çok benzettim. Sadece kanallı bir şehir değil. Aynı Venedik gibi dar sokaklardan, italyan  mimari tarzında yapılmış tarihi binalardan oluşuyor.
Şehir kapısından girdiğimiz anda bizi çeşitli cafelerin ve saat kulesinin bulunduğu bir meydan karşıladı. Saat kulesinin önünde ise üçgen şeklinde dikkat çekici bir taş bulunuyordu. Ortaçağ’da suç işleyen bir kişi bu taşın önüne getiriliyor, bağlanıyor ve domates, yumurta gibi malzemelerin yağmuruna tutuluyormuş.

 
Meydandan dar sokaklara doğru ilerlemeye başladık. Sokaklarda tarihi kiliseler, tarihi bir hapishane, eski bir tulumba gibi geçmişin izlerini yansıtan bir sürü yapı gördük.

 
İyice gezdikten sonra ise  öğle yemeğimizi yiyelim dedik. İşte bu noktada gezi boyunca yaşadığımız en ilginç olayı yaşadık. Önce bir restorana girdik ve oturmadan menü istedik. Menüde ne yiyeceğimize bir türlü karar veremeyince restorandan ayrıldık. 5 dakika sonra ise hadi orda yiyelim diyerek geri döndük ve bir masaya oturduk. İşte her şey o zaman başladı. Ben sipariş vermek için garsonu çağırdım ancak garson gelmedi. Ardından bir daha çağırdım bu sefer geldi ama maalesef size servis yapmayacaz dedi. Biraz önce restorana girip çıktığımız için bize misilleme yapıyorlardı. Biz şaşkın vaziyette birbirimize bakakaldık. Neyse sonra restorandan ayrıldık  ve meydanda başka bir restoran bulduk. İyi ki de öyle olmuş. Yeni gittiğimiz yerde çok sıcak karşılandık ve çok lezzetli yiyecekler yedik. Kotor daha çok deniz mahsüllerinin ağırlıklı olarak tüketildiği bir yer. Biz de bu yüzden kalamar ve deniz mahsüllü pizza tercih ettik.

 
Öğleden sonra ise Budva’ya hareket ettik. Budva da Kotor’a benziyor ama bence Kotor daha güzel. Budva eski şehir, yeni şehir diye ikiye ayrılmış. Biz daha çok eski şehri gezdik. Burada ki büyük kalenin surları arasında yürüyüş yaptık. Hediyelik eşya satan mağazalarından 1-2 hatıra aldık ve biraz da limanda oturduk.


 

21 Mayıs 2013 Salı

Eşsiz Manzaralar Eşliğinde Mostar Yolculuğu ve Poçitel Köyü

Turumuzun 3.günününde Bosna-Hersek’in Mostar şehrine doğru yola çıktık. Açıkçası yola çıkmadan evvel Mostar ile ilgili bildiğim tek şey ünlü köprüsüydü. Ancak oraya varınca Mostar’ın sadece köprüden ibaret olmadığını gördük.

Öncelikle yol boyunca çok güzel manzaralar seyrettik. Dağlar arasında akan nehirler, yemyeşil bir doğa, şirin köyler, üçgen çatılı evler bize keyifli bir yolculuk yaşattı.

 
Yol üzerinde meşhur Boşnak kahvesini tatmak için mola verdik. Mola verdiğimiz restaurant kuzu çevirmesi ile ünlüymüş. Ancak sabahın erken saatleri olduğu için biz sadece kahve ile yetindik.  Aslında Boşnak kahvesinin bizim türk kahvesinden tat olarak herhangi bir farkı yok. Sadece sunum farkı var. Biz kulplu fincanlara kahveyi doldurarak servis ederiz. Onlar kulpsuz fincanlar kullanıyorlar ve cezve ile beraber servis ediyorlar. Bir de biz pişirirken şekerini ayarlarız onlar çay gibi içmeden evvel şekerini ilave ediyorlar.


 

Neyse kahvemizi içip manzaraya da doyduktan sonra tekrar Mostar’a doğru yol aldık. Mostar’ a vardığımız zaman bizi yine Saraybosna gibi kurşun delikli binalar karşıladı. Biraz ilerde küçük bir dereden geçtik ve sonunda köprüye vardık.
 
Köprüye vardığımız zaman 93 savaşında köprünün nasıl yıkıldığını gösteren bir film seyrettirdiler ardından da yeniden inşasını ve açılışını gösterdiler. Ardından köprünün üzerinden geçtik,  bol bol fotoğraflar çektik, kedileri sevdik ve çarşı içine girdik.
 

 
Mostar çarşısı, güzel manzaralı bir yere konumlanmış çok sevimli bir çarşı. Buradan ufak tefek bişiler aldım. Boşnak kadınını temsil eden bir bebek, lavanta keseleri ve mostar köprüsü süsü...
 


 
E artık gezi ve alışveriş bittikten sonra sıra gelmişti karnımız doyurmaya. Çarşı içindeki bir cafeye oturduk ve  “cevapi” söyledik. Cevapi boşnak usulü köfte. Açıkçası benim şu ana kadar yediğim en iyi köftelerden biriydi. Hatta gezimizin son günü Üsküp’te yediğimiz (ki Üsküp köftesi dünyaca ünlü) köfteden bile daha lezzetliydi.

 
Karnımızı da doyurduktan sonra tekrar otobüse bindik ve kalan son Osmanlı köyü olan Poçitel’e doğru yola çıktık. Poçitel küçük, sevimli bir köydü ama Mostar’ı gördükten sonra buraya çok ilgi göstermedik J
 
Sonunda kalacağımız otelin bulunduğu Treminje’ye vardık. Burada gün batımına kadar kasabada dolaştık. Biraz parklarda oturduk ve yine bi kaç fotoğraf çektik.

17 Mayıs 2013 Cuma

Hüzünlü Bir Şehir : Saraybosna

Gezimizin ikinci gününde durağımız  Bosna Hersek’in başkenti Saraybosna oldu. Belgrad’dan uzun süren bir yolculuk sonrasında Saraybosna’ya ulaştık. İki şehir arası mesafe çok uzun olmamasına rağmen otoban yokluğundan ve virajlı köy yollarında döne döne gitmemizden ötürü yolculuk 8 – 9 saat sürdü. Saraybosna’ya vardığımız anda hepimiz hüzünlü bir ruh haline girdik. Çünkü şehirde bizi ilk karşılayan 93 yılında başlayan savaştan kalmış, kurşun deliklerinin gözüktüğü binalar oldu. Bu binalardaki kurşun deliklerini özelikle kapatmamışlar.

 
Ardından Latin Köprüsü’nün yanından geçtik. Latin Köprüsü, Avusturya veliahtının bir Sırp tarafından öldürülmesi sonucu 1.Dünya Savaşı’nın başladığı yer.


Miljacka nehrinin kenarında otobüsten indik ve şehri yürüyerek dolaşmaya başladık. İlk önce Başçarşı’ya girdik. Başçarşı çeşitli el işi ürünlerinin satıldığı, cafelerin, börekçilerin olduğu bir çarşı. Çarşıdaki en önemli eser çarşı meydanında bulunan Osmanlı dönemine ait sebil.

 
 
Aynı zamanda çarşıda bir osmanlı eseri olan Hüsrev Bey Camii de bulunmakta.


 
Sonrasında ortodoks kiliselerini, yahudi sinagogunu ve katolik katedralini dolaştık.
 
Daha sonra ise Kanlı Pazar Yeri’ne gittik. Burası taze meyve, sebze ve yöresel ürünlerin satıldığı bir pazar. Bu pazar, 1994 senesinde bir katliama tanıklık etmiş. Sırp saldırısı sonucu 67 kişi ölmüş ve onlarca kişi yaralanmış.
 
Neyse tüm bu iç burkan detaylardan sonra Başçarşı’ya yeniden döndük ve buralara kadar gelmişken Boşnak böreği yemeden dönmek olmaz dedik. Çarşı içinde bir çok börekçi bulunmakta. Börekler aslında bizim bildiğimiz kol böreğine benziyor ama odun ateşi gibi bir ateşte, özel bir düzenekte pişiyor.
 
Börek seçimine bir türlü karar veremedik. En sonunda peynirli, patatesli, kabaklı, kıymalı çeşitlerin karışık olduğu bir tabak hazırlattık. Yanına da boşnak mantısı ilave ettik. Böylece karnımızı iyice doyurduk.

 
Karnımız doyduktan sonra sıra geldi alışverişe. Hatıra olarak üzerinde Başçarşı'nın simgesi sebilin olduğu bir matara aldım.
 
Gezi, yeme-içme ve alışveriş faslı bitince otelimize gitmek için yola çıktı. Yolda bir binanın önünde yanan bir ateş gördük. Bu ateş “Sönmeyen Ateş” olarak biliniyormuş. 2.Dünya savaşı sonunda Sırp, Boşnak ve Hırvatların her beraber mücadele edip özgürlüklerini kazanması ve Yugoslavya’yı kurmasını temsil ediyormuş.

14 Mayıs 2013 Salı

Tuna Nehri Akmam Diyor

Geçen hafta;  telefon, televizyon, internet gibi bir çok teknolojik ürünle bağlantım kesildi. Ailece sekiz günlük Balkan turuna çıktık. Eski adı Yugoslavya olan şimdi ise bir çok ülkeye bölünmüş durumdaki toprakları gezdik. Turumuz tam 6 ülke ve bir sürü şehir içeriyordu. Gezimiz güzel geçti ancak oldukça yorucu olduğunu söylemeden geçemeyeceğim.

Gezide ilk durağımız Sırbistan’ın başkenti Belgrad oldu. Uçağımız hareket etmeden evvel aylardan mayıs acaba yağmurlu bir hava mı bizi karşılar diye içimde bir kuşku vardı. Ancak öğle saatlerinde vardığımız Belgrad’ da güneş iyice yüzünü gösteriyordu. Rehberimizle tanışıp otobüse yerleşme faslından sonra turumuz başladı.
İlk durağımız Tito müzesi oldu. Eski Yugoslavya’nın kurucusu Tito’nun ismi ile anılan müzenin sadece bahçesinde dolaşabildik. Paskalya nedeni ile müze kapalıydı.


İkinci olarak ise Aziz Sava Kilisesi’ne gittik. Aziz Sava Kilisesi 1500’ li yıllarda inşa edilmiş ve Sırbistan’da önemli bir kişilik olan Aziz Sava’ya ithaf edilmiş. Kilise, İstanbul’da bulunan Ayasofya Kilisesi’ne benziyordu.


Ardından Belgrad’da kalan tek Osmanlı Camisi olan Bayraklı Camii’ye gittik. Tüm Osmanlı Camileri tahrip edilmiş ya da ibadete kapatılmış. Bayraklı Cami ise ibadete açık tek cami.

Daha sonra Belgrad’ın en önemli meydanı olan Kale Meydan’ a doğru yol aldık. Kale meydan, Belgrad Kalesini içinde barındıran ve Tuna Nehri’ne bakan önemli bir yerleşim yeri. Meydan girişinde çok güzel bir parkın içinden geçtik. Her taraf yemyeşildi ve börtü böcek sesleri etrafı sarıyordu. Buradaki çeşmeden su içmek için mola verdik. İstanbul’da sokaklarda, parklarda çeşmelerden su içememiz büyük şansızlık. Begrad’da bütün çeşmelerden su içilebiliyor.
 
Sonunda kaleye vardık. Kalenin 4 tane kapısı bulunmakta. Leopoldov Kapı, Zindan Kapı, İstanbul Kapı, Saat Kapı.



Kaleden manzara oldukça güzel. Tuna Nehiri ve Sava Nehirlerinin birleştiği nokta gözlemlenebiliyor.

 
Tuna nehrini görmek akıllara aşağıdaki dizeyi getiriyor.
Tuna nehri akmam diyor
Kenarımı yıkmam diyor...

Yalnız daha evvel Budapaşte seyahatimde de Tuna nehrini gördüğüm için ister istemez kıyaslama yaptım. Tuna nehri Budapeşte ‘de daha coşkulu akıyor ve manzara daha büyüleyici gözüküyor.

Kalenin çıkışında ise Damat Ali Paşa Türbesi’ni gördük. 3 sene Osmanlı Devleti’nde sadrazamlık yapmış Damat Ali Paşa burada şehit düşünce türbesi de buraya yapılmış.
 
Kale’den ayrıldıktan sonra Belgrad’ın meşhur caddesi Knez Mihailova’ya doğru yürümeye başladık. Burada hediyelik eşyalar satan çeşitli tezgahlar bulunmakta. Ben de burada bir mola verip yöreye özgü el işi çarıklardan ve magnetler aldım.


1-2 saat Knez Mihailova caddesinde dolaştıktan sonra otele yerleşme üzere otobüse geri döndük. Dönüş yolunda ise Mihailova Obrenovic heykeli bulunmakta. Sırp prensine ait olan bu heykelde, prens eliyle İstanbul’u işaret ediyor. Bu da bi gün bu topraklarda yer alan tüm Türkler İstanbul’a gönderilecek manasındaymış.