28 Aralık 2015 Pazartesi

2015 Giderken Dedemi de Götürdü

Benim için dede demek çocukluk demekti, anneden babadan sonra sığınılacak kimse, pamuk yanaklar demekti...Ve ben dedeciğimi geçtiğimiz hafta kaybettim. Hislerimi kelimelerle ifade etmem aslında çok zor ama elimden geldiğince bugün dedemi anlatmak istiyorum.

Tüm hayatım boyunca dedem ve babaannemle çok sıcak bir ilişkim oldu. Daha okula gitmezken günlerimin çoğunu onlarda geçirirdim. İki yaşlı insan kimi zaman benimle evcilik oynar kimi zaman ip atlar kimi zaman da saklambaç oynarlardı.

Ben biraz daha büyünce dedemle gezmelerimiz başladı. Zaman zaman zilimize basar, anneme “Esra’yı hazırla onu gezmeye götürücem” derdi. Benim küçücük ellerimden tutup bazen Gülhane Parkı’na hayvanat bahçesine bazen de Sultanahmet’te tarihi mekanlara götürürdü. 19 Mayıs, 23 Nisan gibi ulusal bayramları ise hiç kaçırmaz mutlaka stadyumda dedemle yerimizi alırdık. Sonrasında liseye başlama, üniversiteyi kazanma, mezuniyet gibi heyecanlarımızı hep beraber yaşadık.
 

Ne kadar yoğun olursam olayım her Cumartesi mutlaka onların yanına gider ve sohbet ederdim. 6 sene evvel babannemi kaybettikten sonra ziyaret konusuna daha da özen gösterir oldum. En son geçen hafta Cumartesi günü dedemin yanına gittim. Beraber oturduk ve sohbet ettik. O gün dedemi son defa gördüğümün farkında değildim. Ayrılırken her zaman yaptığım gibi sarılıp öptüm. O da bana “bir ara gel de yemek yapalım” dedi. Dedem eski aşçı olduğu için iyi yemek yapardı ve bana tariflerini öğretmek çok hoşuna giderdi. “Tamam dede, haftaya gelirim yaparız” dedim. Bilemiyordum ki ertesi gün dedem beyin kanaması geçirecek, 4 gün sonra aramızdan ayrılacak ve biz o yemeği hiç yapamayacaz...

2015 giderken dedemi de götürdü. Nur içinde yatsın dedeciğim, mekanı cennet olsun.

18 Aralık 2015 Cuma

Ah Şu Takıntılar

Sevgili Ness’in Kelebekleri (http://nessinkelebekleri.blogspot.com.tr/)  mimlemiş. Mimin konusu ise günlük hayatımızı etkileyen takıntılar. Keşke hiç bir şeyi kafamıza takmasak ve hiç takıntılarımız olmasa...Yaşam o zaman ne kadar kolay olurdu.
Gelelim benim takıntılarıma. Ben Salı gününe takık durumdayım. Hani ninelerimiz “Salı sallanır” demişler ya aynen bu söze katılıyorum.  Ne zaman kötü bişi yaşasam ya da işim ters gitse mutlaka Salı gününe denk geliyor. O yüzden haftanın bugününü hiç sevmiyorum. Hatta ne zaman Salı günü bişi olsa “Salı yaptı yine yapacağını” diyorum. Artık özellikle ben o gün olan olumsuz şeyleri ayıklıyor muyum yoksa gerçekten o günde bir bedbahtlık mı var bilmiyorum.
Başka takıntım var mı diye düşününce şu el yıkama meselesi aklıma geliyor. Zırt pırt el yıkıyorum. Öyle ıslak mendiller filan da kesmiyor. İlla su-sabun olacak. Hadi yıkamak bişi değil de hiç böyle pamuk gibi yumuşak ellerim olmayacak ona yanıyorum.

Bi de çoğu kişi de olan kapıyı camı kontrol etme takıntım var J
Bunların dışında da başka takıntım yok. Eskiden bazı batıl inançlarım vardı. İşte gece tırnak kesilmez, kara kedi..vs. Çok şükür bunların  hepsini yendim J

Bu mimi de isteyen herkes yapabilir.

15 Aralık 2015 Salı

Rüstem Paşa Camii

Tahtakale’de her gün yüzlerce kişinin geçtiği bir sokakta tam 500 sene önce inşa edilmiş bir cami var. Osmanlı İmparatorluğu’nun en güçlü olduğu dönemde Sadrazam Rüstem Paşa’nın (aynı zamanda Sultan Süleyman’ın damadı) kendi adına yaptırdığı caminin mimarı da dönemin hatta tüm dönemlerin en büyük mimarı “Mimar Sinan”.
Eminönü’ne ne zaman gitsem bu caminin önünden geçerdim. Son gidişimde de caminin içini gezme şansım oldu. Öncelikle caminin girişi o kadar küçük ki orada tarihi bir cami olduğunu farketmeyip önünden geçip gitmek içten bile değil.
Küçük kapıdan girdiğimiz zaman bizi dar, loş, merdivenli bir koridor karşılıyor. Kendimi eski zamanlarda hissederek basamaklardan yukarı doğru çıkmaya başladım.
Basamakların son noktası geniş bir avluya açılıyor.
Caminin içi ise Mimar Sinan’ın ince zevkini, zerafetini tümüyle yansıtıyor.
Tavan süslemeleri de çok hoş.
Caminin çıkışında da yine o dönemden kalma külliyenin bir parçası olarak inşa edilmiş bir çeşme bulunuyor.

11 Aralık 2015 Cuma

Yeni Yıl Yaklaşırken

Bu sene Aralık ayı benim için kötü başladı L Oysa her sene dört gözle beklerim Aralık ayını. Yılın en sevdiğim ayıdır. Yeni yıla sayılı günlerin kaldığı yılın bu vaktinde caddeler süslenir, mağazalar daha albenili olur, hediyeler verilir, hediyeler alınır... Ama daha da önemlisi gelecek sene için planlar yapılır, kararlar alınır. Umuttur yeni sene, başlangıçtır yeni sene..Ha bu kararların ne kadarı uygulanır, umutlar ne kadar gerçekleşir tartışılır. Çoğu zaman yeni yılın ilk günlerinde çoktaaaan rutin hayata dönülmüş her şey unutulmuş olur. Zaten 31 Aralık günü üzerimize sihirli değnek değmeyeceğine göre bu da çok normaldir.
Buna rağmen plan yapmak hatta yaptığım bu planları yazıya dökmek çok iyi geliyor bana. Bu senede yazacam, karalayacam bişeyler. Hatta bunun için “Yapılacak İşler Listesi” diye bir defter bile aldım J
Umut dolu yeni yıl ajandası ise doldurulmayı bekliyor.
Her zaman ki gibi izlemek istediğim filmleri, okumak istediğim kitapları, görmek istediğim yerleri not alıcam. Bunların dışında en önemlisi kendimle ilgili kararlarımı yazıcam. Bunların ne kadarını gerçekleştirebilecem bilmiyorum ama yazmak bana iyi gelecek onu biliyorum.
Sonra takvim boyamaya başlıyorum çok yakında. 2015’in sanırım  en popüler hobisi boyama yapmaktı. Son günlere doğru bir de boyama takvimi çıktı. Kendi takvimimizi kendimiz boyuyoruz.
İşte böyle yeni yıl yaklaşıyor. Siz neler yapıyorsunuz, ilginç fikirleriniz, planlarınız var mı?

30 Kasım 2015 Pazartesi

Neye Niyet Neye Kısmet

Aslında bu hafta ki planımda Eminönü’ndeki Rüstem Paşa Camisinden bahsetmek vardı. Geçen hafta camiyi gezmek ve fotoğraf çekmek için Eminönü’ne gittim. Ancak o gün bazı şeyler oldu ve benim yüreğimi kocaman bir hüzün kapladı. Yine camiyi gezdim gezmesine ama eve gelince moral bozukluğu ile çektiğim fotoğrafların o kadar güzel olmadığını farkettim. En kısa zamanda  Eminönü’ne gidip Koca Mimar’ın eserini hakkını vererek yeniden fotoğraflamak istiyorum.

Neye niye neye kısmet diyelim ve gelelim bugünkü yazımın konusuna. Hafta sonu çok güzel bir film seyrettim. Meryl Streep, Alec Baldwin ve Steve Martin’in baş rollerini paylaştığı filmin ismi It’s Complicated, türkçeye çevrilmiş adıyla İlişki Durumu Karışık. Bu isimle şu an tv de bir dizi oynuyor.Onunla uzaktan yakından ilgisi yok onu belirteyim. Film orta yaşlarını sürmekte olan boşanmış bir çiftin hikayesini konu ediniyor. Üç başrol oyuncusu da yılların tecrübesini sahnelere yansıtmış. Espriler çok güzel. Uzun süredir sesli kahkaha atmamıştım J Kesinlikle tavsiye ederim.

26 Kasım 2015 Perşembe

Zorlu Işık Festivali

Bilboardlarda festivalin reklamını gördüğüm anda gitmeyi kafama koymuştum. Geçen hafta da gidip gezme şansım oldu. Zorlu Avm’nin bahçesi üzerine kurulmuş olan festival alanında bir çok sanatçının ışık eseri sergileniyordu.

Festivalde ilk gözüme çarpan rengarenk ışıklar saçan yer döşemesi oldu. Belli aralıklarla renk değiştiren zeminin müdavimi çocuklardı :)
Kuşlarla donatılmış ağaçlar...
Rengarengarenk...
Festival alanında ayrıca kapalı mekanlar oluşturulmuştu ve en dikkat çekici eserler buralarda sergileniyordu. Ekranlarla kaplanmış iç mekanda ışık gösterisi yapılıyordu. Her gösterinin de bir teması vardı. “İşte bu ışık gösterisi ile sanatçı burada doğanın oluşumunu..vs anlatıyor” gibi temalar. Valla sanatçı yanım olmadığından mıdır nedir bilmem ben hiç tema filan anlamadım. Seyredip, çıkıverdim. Bu arada kabinlere girmek için epey kuyruk beklemek gerekiyor. O yüzden ilk iki yer sonrası vazgeçtim.
Kabinlerden birinde sergilenen eserlerden biri...
 
Işık tavşanı... İşte bana bunlarla gelin. Gayet net, tavşan işte J

Bir de son zamanlarda oldukça popüler olan mandala köşesi vardı. Burası ilginç köşelerden biriydi. İsminizi yazıyorsunuz ve karşınıza bir mandala şekli çıkıyor.
Özetlersek ben bu ışık festivalini sevdim. Böyle ilginç festivallerin çoğalması dileği ile...

24 Kasım 2015 Salı

Yaz Kitapları

Durum ve mevsim gözetmeksin kitap okumayı seviyorum ama galiba en çok yazın şezlonga yayılıp okumaktan hoşlanıyorum. Kafam günlük şehir hayatının karmaşasından uzaklaşmış, güneşin sıcaklığı ve ılık esen rüzgar çevremi sarmışken dalga sesleri eşliğinde kitap okumak çok keyifli oluyor. Eylül’de Çeşme’de gerçekleştirdiğim tatilde böyle 3 tane kitap okudum.

Kitaplardan ilki Piruze ve yazarı Sinan Akyüz. Süpermarkette dolaşırken düşük fiyata satıldığını görüp almıştım. Kitapta babası bürokrat olan bir kızın Suriyeli bir Arap aileye gelin gitmesi ve o ailede  yaşadıkları anlatılıyor. Olay tamemen gerçek hikayeye dayanıyormuş. Bir solukta, merakla sayfaları çevirerek okudum. Hikaye bana çocukluğumda okuduğum Kızım Olmadan Asla’yı anımsattı.
İkinci kitap Sarah Jio’nun Elveda Haziran kitabı...Diğer Sarah Jio kitapları gibi  su gibi okundu bitti. Best seller tarzında yazılmış kitabın konusu nedir diye soracak olursanız valla biraz düşünmeliyim. Best seller kitaplar hemencecik okunuyor, çok da güzel kafa dağıtıyor ama sabun köpüğü gibi akılda hiç bir şey kalmıyor J

Tatilde son okuduğum kitap ise Gabriel Marquez’in Yüzyıllık Yalnızlık oldu. Yazarın daha evvel Kımızı Pazartesi ve Kolera Günlerinde Aşk kitaplarını okumuştum ve her ikisini de çok beğenmiştim. Ancak bu kitap için aynı şeyi söyleyemeyecem L Okurken inanılmaz derece sıkıldığım ve bir an önce bitsin diye çaba gösterdiğim bir kitap oldu. Domuz kuyruklu çocuklar, ensest ilişkiler, 150 sene yaşayan kadınlar gibi olağan dışı durumlar okumamı oldukça zorlaştırdı. Evet kitap Nobel ödülü almış ve belli bir yere konmuş ama ben sevemedim.

20 Kasım 2015 Cuma

Blogger Alışveriş Etkinliği

Geçen hafta sonu ilk defa bir blogger etkinliğine katıldım ve onu da beğenmedim L Katılım davetiyesiz ve ücretsizdi . Yani isteyen herkes (blogger olması da şart değil) gidip etkinlik alanını ziyaret edebiliyordu. Maslak’ta bir otelde gerçekleşen etkinlikte bazı bloggerlar el emeği ürünlerini sergiliyordu bazı bloggerlar da eşyalarını ikinci el olarak satışa çıkarmışlardı.

Etkinliğe giderken ilginç bişiler bulabileceğimi düşünmüştüm. Ancak kaydedeğer hiç bir şey bulamadım. Çok sıradan şeyler satılıyordu ve bazı bloggerlar inanılmaz suratsızdı. Beğendiğim bazı stantları fotoğrafladım.
Açılışta ilk gördüğüm stant, teraryum (fanus içinde bitki üretmeymiş, orada öğrendim) standıydı. Çok güzeller di mi? Acaba bunların kursuna mı gitsem?
Burası da çok hoşuma gitti. Karikatürden farklı farklı şeyler yapılmıştı.
El yapımı bebek çok severim demiş miyim? Yalnız standın sahibi “Soran Anne” kendisini bilmiyorum diye bozuldu. “Nasıl bilmezsiniz senelerdir blog dünyasında varım” dedi. Neyse öğrenmiş olduk.
El işi ürünler...
Bu küçük prens ne kadar popüler oldu ya. Benimse hiç ilgimi çekmiyor L
Burası da çok güzel stantlardan biriydi. Blogger arkadaş el boyaması saatler yapıyordu. Özellikle mantarlı olana bayıldım.
İşte ilk defa katıldığım blogger etkinliği böyleydi.

17 Kasım 2015 Salı

Bir Sonbahar Günü

Kızıl – sarıya boyanan bir doğa, dökülmüş yapraklar, kozalaklar, meşe palamutları, kestane, balkabağı, hafif bir rüzgar, eskisi gibi terletmeyen ama yine de ısıtan bir güneş ve işte sonbahar. Seviyorum ben bu mevsimi.

Hava artık ne terletecek kadar sıcak ne de üşütecek kadar soğuk. Dolayısıyla dışarda bol bol vakit geçirmeye, yürüyüş yapmaya olanak sağlıyor. Biz de bu durumu fırsat bilerek geçen Pazar gününü dışarda geçirdik. Mekanımız da Ulus Parkı oldu. Güzel manzarası ve sakin ortamı ile Ulus Parkı hoş bir yer.
Öncelikle sıkı bir kahvaltı yaptık.
Çay içen biri olmasam da manzaraya karşı çay fotoğrafı çekmeden edemedim. Valla herkes aynı kareyi çekiyordu, çekmeyeni dövüyorlardı :)
Kahvaltı sonrası ise park içinde yürüyüş yaptık.
Böylece temiz hava ve oksijen depolayarak günün ilk yarısını bitirmiş olduk. 

13 Kasım 2015 Cuma

Saray Koleksiyonları Müzesi

Anne kız Beşiktaş’ta geçirdiğimiz günde bir yere daha uğradığımızdan bahsetmiştim. İşte o yer Saray Koleksiyonları Müzesi. Burası, Dolmabahçe Sarayı ile Denizcilik Müzesi arasında kalan küçük bir müze.
Yapı eskiden Dolmabahçe Sarayı’nın kiler ve kısmi olarak mutfak bölümünü oluşturuyormuş. Hatta o devirde kullanılan mutfak şu an yer altında kalmış durumda. Öncelikle cam kapak ile korumaya alınan mutfağın fotoğrafını çekerek müzenin asıl kısmına yöneldik.
Müzenin girişinde kısa bir tanıtım yazısı ve Dolmabahçe Sarayı’nda yaşamış padişahların listesi yer almakta. Zaten sergilenen ürünler de listede yer alan padişahlara ve ailelerine ait.
Küçük bir müze olmasına rağmen içerde oldukça fazla sayıda parça sergilenmekte. Çeşitli mutfak eşyaları, çalışma odası örneği, desenli vazolar, o dönemde kullanılan sağlık malzemeleri, Darrüşehvar Sultan’ın oyuncakları ve dikiş malzemeleri bunlardan bazıları. Flashlı ya da flashsız fotoğraf çekmek yasak olduğu için maalesef hiç bir eşyayı fotoğraflayamadım. Sadece görevlinin izni ile panaromik bir fotoğraf çekebildim.

10 Kasım 2015 Salı

Hafta Sonundan Geriye Kalanlar

Geçtiğimiz hafta sonu benim için koşturma ile geçti. Öncelikle Cuma akşamı iş arkadaşlarımla Arnavutköy’deki bir Rum restoranına gittik. O Maestros isimli restoran 3 katlı, ahşap klasik bir Arnavutköy evinde hizmet veriyor. Mekanda canlı Rumca/Türkçe Ege şarkıları seslendiriliyor. Müzik eşliğinde muhabbet etmek için ortam çok iyi. Ancak amaç kurtları dökmek ise müzik biraz yetersiz kalabiliyor. E bizim orada bulunmamızın ana amacı eğlenip stres atmak olunca birazcık şarkılara müdahalemiz oldu J Sonuçta ritm hızlanınca biz de eğlencenin tadını çıkardık.
Fotoğraf internetten alıntıdır...
Cumartesi günü ise hazırlıkla geçti. Çocukluk arkadaşım Hilal, annesi ve kızkardeşi ile beraber bize gelecekti. Çocukluk arkadaşları ile hala görüşenler bilir küçükken kurulan arkadaşlık bağının devam etmesi harikadır. Küçük yaşlarda ip atlamak, top oynamaktan ibaret olan arkadaşlık büyüdükçe sıkı bir dostluğa dönüşür. Hilal ve ben de böyleyizdir. Uzun süre görüşemesek bile bir araya gelince saatlerin nasıl aktığını anlamayız, anlatacaklarımız hiç bitmez.
Pazar günü de aynen böyle bir gün oldu. Hilal, güzel kızı, annesi ve yine güzel kardeşi (bu ailede herkes güzel) Ferhunde ile bize geldiler. Börekli, kısırlı günde zaman nasıl aktı, akşam nasıl oldu anlamadım. Günün sonunda aklımda tek düşünce vardı “iyi ki 30 yılı aşkın süredir dostluğumuz devam ediyor”.

6 Kasım 2015 Cuma

Pişili Kahvaltı

Geçen hafta sonu annemle Beşiktaş’ta işimiz vardı. Madem Beşiktaş’a gidiyoruz kahvaltımızı da orada yapalım dedik. Böylece soluğu Beşiktaş’ta kahvaltıcılar sokağında aldık. Sokakta pişileri ile meşhur olan – bu arada biz buna bugüne kadar hamur kızartması diyorduk meğer resmi bir adı varmış o da pişiymiş J - bir mekana gittik. Mekanın ismi de zaten Pişi. Neyse tam nereye oturacaz diye bakarken sıra olduğunu öğrendik. Hatta önümüzde 7-8 kişi daha varmış. O kadar sıra beklemeye değer mi diyerekten diğer mekanlara şöyle bir göz gezdirdik ama ne mümkün tüm cafelerde sıra vardı. Bu sokak gitmeyeli epey popüler olmuş anlaşılan. Yaklaşık yarım saat bekledikten sonra ise bir masaya yerleştik. Kahvaltı ortalama standartlardaydı ve tabi ki annemin hamur kızartması daha güzel J
Sonrasında madem bugünü ana kız günü yaptık o zaman bi de kahve içelim dedik ve benim çok sevdiğim Valonia Chocolate'a uğradık. Burası Beşiktaş’ta sevdiğim mekanlardan biri. Bir kere çalışanlar çok nazik, ayrıca ürünler lezzetli ve sunumlar şahane.
Kahve sonrası ise Beşiktaş sokaklarını arşınlamaya başladık. Bir yere daha uğradık ama o da bi daha ki yazıya ...    

3 Kasım 2015 Salı

Reçel Sevmeyen Birinin Reçelle İmtihanı

Evet başlıktaki biri ben oluyorum. Kahvaltı sofrasında en son aradığım şey reçeldir. Yumurtaya bayılırım, zeytin, peynir severim, şarküteri ürünlerini makul ölçüde tüketirim ama reçel hiç olmasa da olur. Tüm bunlara karşılık bu yaz reçel yapma sevdasına tutuldum. Maksat kış hazırlığı, süslü püslü kavanozlar, rengarenk kurdeleler olunca reçel sevip sevmememin bir önemi kalmadı.

İlk önce çilek reçeli denedim. Sonuç gayet başarılı oldu.
Malzemeler

1) 1 kilo çilek

2) 800 gr şeker
3) Yaklaşık yarım limon suyu

Yapılışı
1)Çilekleri ayıklayıp yıkadıktan sonra yayvan derin bir tencereye alıyoruz. (Ben çok tatlı olmayan, küçük ebatlarda çilek seçtim)

2)Üzerine şekeri döküyoruz ve tencerenin kapağını kapatıyoruz. Gece boyunca bu şekilde bekliyor.
3)Sabah şeker iyice suyunu vermiş oluyor. Hemen ocağa alıyoruz. Orta ateşte(kısığa yakın) kaynatmaya başlıyoruz. Köpürdükçe köpüğünü alıyoruz. Ben bu şekilde yaklaşık 45 dakika kaynattım.

 **Ne kadar kaynatacağımıza ise şöyle karar veriyoruz : Reçeli ocağa koyunca bir tabağı da buzdolabına koyuyoruz ve soğutuyoruz. Belli bir süre kaynattıktan sonra kıvamı oldu mu diye reçelden bir tatlı kaşığı alıp soğutulmuş tabağa döküyoruz. Tabağı dik duruma getirdiğimizde reçel akmıyorsa olmuş demektir.
4)Limonu ilave edip ateşi iyice kıstıktan sonra 5 dakika daha kaynatıyoruz ve reçelimiz hazır oluyor.

5)Soğuduktan sonra kavanozlara yerleştirilebilir.
Aynı bu şekilde bir de kayısı reçeli yaptım J

30 Ekim 2015 Cuma

Grease

Uzun zamandır film arşivimde duran bir filmdi Grease. Ne zaman izlemeye karar versem vazgeçip başka bir film seyrediyordum. Geçen hafta sonu artık klasik olmuş bu filmi seyredeyim dedim.

Film, 70’li yılların sonunda çekilmiş bir müzikal. Konu liseli bir grup öğrenci arasında geçiyor. Normalde, ben bu tip lise/ üniversite öğrencileri arasında geçen ya da yaz kapında geçen filmleri sevmiyorum. Ancak Grease’i keyifle seyrettim. Sanırım 80’li yılların ruhunu gözlemlemek hoşuma gitti. Ayrıca müzikler özellikle artık klasik olmuş final müziği çok hoştu.

İyi seyirler dilerim...

27 Ekim 2015 Salı

Martı ve Diğerleri

Okuduğum 3 tane kitaptan bahsetmek istiyorum. Bu kitaplar; Martı Jonathan Livingston, Ah Bre Sevda Ah Bre Vatan ve Özgür Kızın Hayat Rehberi.

Ancak gördüğünüz gibi başlığı Martı ve diğerleri diye attım. Çünkü bu 3 kitap arasında en sevdiğim bana kısa bir süre önce hediye edilen Martı Jonathan Livingston oldu. Kitap; öğretilmiş kavramlar, başarı, batıl inançlar ve hayat mücadelesi üzerine kurulu. Tıpkı gerçek yaşam gibi. Bir martının gözünden hayata bakmak isterseniz mutlaka okuyun derim.
Ah Bre Sevda Ah Bre Vatan ise bir mübadele romanı. Hikaye, İzmir ve Selanik’te geçiyor. 1.Dünya Savaşı öncesi gayet iyi geçinen iki milletin adım adım nasıl düşmanlığa sürüklendiği anlatılıyor. Kitapta farklı hikayeler ve karakterler var. Bir de tabi ki düşmanlık dinlemeyen bir aşk hikayesi. Yaklaşık 700 sayfalık kitabı ben severek okudum.
Son kitap ise Özgür Kızın Hayat Rehberi. Bu kitap bekar kadınlara hitap eden eğlenceli bir kitap. Evli iseniz pek sarmayacaktır ama bekarlar için son derece eğlenceli bir rehber niteliğinde.

23 Ekim 2015 Cuma

Beyoğlu Sahaf Festivali

Son yazımda Beyoğlu Sahaf Festivali’ne gittiğimden bahsetmiştim. Her ne kadar sahaflardan pek alışveriş yapmasam da sahaf gezmeyi çok severim. Beyoğlu’nda da böyle bir festival olunca kaçırmak istemedim. Festival alanı Odakule’ye kurulmuştu.
Alana ilk girdiğimiz zaman dikkatimi çeken eski tarihli gazeteler oldu. Gazeteleri incelerken eskiden verilen haberlerin ve kullanılan dilin ne kadar farklı olduğunu farkettim.
Biraz daha ilerleyince stantlarda sergilenen Texas/Tommiks ve diğer çizgi romanlar gözüme çarptı. Çizgi roman merakım olmadığı için bu stantları sadece fotoğraflayarak geçtim ama meraklı olanlar için bir çeşit hazineydi.
60’lı yılların popüler dergileri Ses ve Hayat ...İşte bunlara bayıldım ve almak istedim. Ancak sonradan annemin “her şeyi biriktiriyorsun, evi çöp ev haline getireceksin” sözü kulaklarımda çınladı ve hemen vazgeçtim:)
Veee oldukça fazla çeşit kitap sergileniyordu. Yerli/yabancı klasikler, popüler romanlar bunlardan bazılarıydı. Ben festivalden iki tane kitap aldım. Bir tanesi tam 1 senedir her yerde arayıp bulamadığım artık basımı olmayan bir kitap (bulunca ne kadar mutlu olduğumu söylememe gerek yok) diğeri de Jane Austen’ın hayatını anlatan bir kitap.