26 Haziran 2013 Çarşamba

Denizin Ortasında Yürümek

Marmaris’teki tatilimiz esnasında yakın yerleri gezme şansımız da oldu. Geçen sene gidişimizde Dalyan’ı görmüş ve çok beğenmiştik. Tekne turu yapmış, caretta carettaların yumurtladığı İztuzu plajında yavru carettaları seyretmiş hatta çamur banyosu bile yapmıştık. Bu sene ise Kızkumu ve Turgut şelalesine gittik.
 
Kızkumu, Marmaris’e dolmuşla yarım saat mesafede bir yer. İlginiç bir efsanesi var.Öncelikle bu efsaneyi aşağıda paylaşmak istiyorum.
“Bir gün kralın kızı fakir bir balıkçıya aşık olur. Ancak kral kızını bu fakir balıkçıya vermez. Bunun üzerine kralın kızı ve balıkçı gizli gizli buluşur. Kız geceleri kumsala iner ve sevgilisine ışık tutar. Sevgilisi de ışık yönüne doğru yüzerek gelir ve buluşurlar. Birileri bu durumu krala anlatır. Sinirlenen kral askerlerine kızı ve balıkçının yakalanması için emir verir. Askerleri önce kızı yakalarlar ardından kızın elindeki ışığı denize tutarak balıkçının gelmesini beklerler. Bunu farkeden kız askerlerin elinden kurtulur ve kendisini denize atar. Amacı sevgilisini kurtarmaktır. Fakat denizde yüzerek sevgilisine ulaşması imkansızdır. Bu esnada kızın bastığı yerler karaya dönüşür, askerlerin bastığı noktalar ise deniz olur. Böylece kız yürüyerek sevgilisine ulaşır. Tam bu esnada kralın askerlerinden biri balıkçıyı öldürmek için ok atar. Bu ok da kıza saplanır. Akan kan ile kızın bastığı noktalar kızıla döner. Balıkçı, kıza sarılır ve kızı alıp götürür. Bir daha onlardan hiç haber alınmaz.”

 

Kızkumu üstü ormanlarla kaplı tepeler arasında yer alıyor. Denizde yürürürken manzara keyfi de çıkarılıyor.


Deniz yürüyüşünün ardından Turgut Şelalesi’ne gitmek için durağa çıktık. Bekleyiş esnasında henüz olmamış üzümlerin tadına da baktık J Turgut şelalesi mi?O da bi daha ki yazıya artık...

21 Haziran 2013 Cuma

Bir Tatil Geldi Geçti

Marmaris’te,  1 hafta süren bir tatil yaptım. Bu tatile çok ihtiyacım vardı. Son bir senedir yoğun tempo ile çalışmıştım. Eski işimden ayrıldıktan sonra yalnızca 2 gün evde dinlemiş ve akabinde yeni işime başlamıştım.

Geçen hafta soluğu Marmaris’te aldık. Daha önce gittiğimiz tatil köyünden memnun kaldığımız için yine aynı tatil köyünü tercih ettik. Ormanın içinde, balkondan deniz manzarası seyrettiğimiz, ağaçlarda sincapların koşuşturduğu bir yer...

 
 
Şezlongta güneşin keyfini çıkarmak, bol bol temiz hava almak, akşam yürüyüşleri iyi geldi. Bazı akşamlar ise merkeze gittik ve orada zaman geçirdik. Marmaris merkezi çok beğendim. Bir kere her yer çok temiz ve bakımlıydı. Sahil boyunca sıralanmış balık restoranlarında insanlar mum ışığı eşliğinde yemeklerini yiyordu,  kimileri de tekne keyfi yapıyordu. Kısaca ortam çok güzeldi. Gittiğimiz dönem de henüz yoğunluğun başladığı bir dönem olmadığı için dolaşırken daha çok keyif aldık.


Marmaris kalesinin ışıkları güzel bir ambiyans oluşturuyordu. Kale içinde biraz dolaştık. Eski Marmaris evlerine hayran kalarak zaman zaman keşke böyle bir yerde yaşasaydık diye içimizden geçirdik. Sonra biz İstanbul’dan vazgeçemeyiz düşüncesiyle bu fikri kafamızdan attık J Ama beyaza boyanmış, panjurlu, begonvillerle süslü Marmaris evlerinin de çok hoş olduğunu söylemeden geçemeyecem.


Sonunda bir hafta geldi geçti ve böylece bir tatili daha arkamızda bıraktık.

18 Haziran 2013 Salı

Mübadeleden Geriye "Hasret" Kaldı

Geçtiğimiz hafta Marmaris’te güzel, dinlendirici bir tatil geçirdim. Tatilimin ayrıntılarını önümüzdeki günlerde paylaşacam. Ancak öncesinde tatilde okuduğum bir kitaptan bahsetmek istiyorum. Canan Tan’ın son romanı Hasret... Canan Tan ile “Piraye” sayesinde tanışmıştım. Çok beğenmiştim Piraye’yi hatta favori kitaplarım arasına almıştım. Ancak sonrasında okuduğum diğer Canan Tan kitaplarında aynı keyfi yakayamadım ta ki Hasret’ e kadar. Tatile gitmeden evvel kitapçıda gezerken yeni çıkan kitaplar arasında görerek aldığım ve tatilde bir solukta okuduğum Hasret’e kadar...

Hasret, bir türk genci ile rum kızı arasındaki aşkın mübadele dolayısıyla özleme dönüşmesini konu alıyor. Hikaye gerçek hayattan alınmaymış. Bu durum romanı daha da ilgi çekici yapıyor. Hikayeyi okurken olayın geçtiği Keskin kasabası sık sık gözümde canlandı ve kendimi romandaki karakterlerin yerine koymadan edemedim. Güneşli bir Marmaris sabahında başladığım bu hüzünlü kitabı öğle üzeri yarılamıştım bile. Ertesi günü kitabın sonuna gelmenin verdiği burukluk ile kitabı bitirdim. Kitabın anlatımı oldukça sürükleyici, karakterler iyi analiz edilmişti. Kısacası vaktiniz varsa bu kitabı okuyun derim :)

2 Haziran 2013 Pazar

Resne, Manastır, Üsküp ve Tatilin Sonu

Ne şehittir, ne de gazi pisi pisine gitti Niyazi...Bu sözü hep duyar çok da kullanırız. Ancak bu Niyazi kimdir, nerelidir çoğumuz bilmeyiz.  Turumuzun son gününde Niyazi ile ilgili epey detaylı bilgiler edindik. Niyazi, Resne’de doğmuş, 2.Meşrutiyet’in ilanına neden olan ayaklanmada önemli rol oynamış bir ittihatçıymış. Özellikle Balkanlarda çok ünlüymüş. Ancak bir gün koruması tarafından öldürülmüş. Neden öldürüldüğü tam olarak bilinmediği için de hakkında “Ne şehittir ne de gazi pisi pisine gitti Niyazi” sözü kullanılmaya başlamış. Sabah saatlerinde uğradığımız Resne’de, Niyazi’nin sarayını gezdik.


Saray gezisinden sonra Manastır’ a doğru yola çıktık. Manastır’a vardığımız zaman gördüğümüz en önemli yer Atatürk’ün okulu Manastır Askeri İdadisi idi. Manastır Askeri İdadisi, Makedonya tarafından müzeye çevrilmiş. İçinde Atatürk’ün fotoğrafları, özel eşyaları ve el yazısı sergileniyor.


Askeri idadiden sonra Manastır şehrini gezmeye başladık. Manastır, tipik bir Anadolu şehri gibi...Burada o meşhur türküye konu olan havuz ve çeşmeyi gördük.

Manastırın ortasında bir havuz
Aman havuz canım havuz
Dimetoka kızlarının hepi de yavuz
Biz çalar oynarız

Manastırın ortasında var bir çeşme
Aman çeşme canım çeşme
Dimetoka kızlarının hepsi de seçme
Biz çalar oynarız



Daha sonra gezimizin son durağı olan Üsküp’ e hareket ettik. Üsküp’e yolculuk boyunca Şar dağları bize eşlik etti. Üsküp’te ise bizi Vardar Nehiri karşıladı. Vardar Nehiri şehri ikiye ayırıyor. Şehirin bir tarafı eski ve bakımsızken diğer tarafı modern ve gelişmiş durumda. Bana fikrimi soracak olursanız ben eski tarafı daha sıcak buldum ve daha çok sevdim.

Öğle yemeğimizi eski tarafta çarşı içinde yedik. Üsküp’ün hem köftesi hem de kuru fasülyesi meşhur. Hangisini yiyeceğimize karar veremeyince her ikisinden de azar azar söyledik. Valla köftesi güzeldi ancak kuru fasülyesi öyle aman aman değildi ama lezzetsiz olduğunu da söyleyemem.



Yemekten sonra şehrin yeni tarafına geçtik. Orada devasa heykeller, ünlü mağazalar çeşitli modern yapılar bulunuyordu. Heykeller içinde en dikkat çekici tabi ki ünlü Makedon Büyük İskender’in heykeliydi.


Akşam saatlerinde ise Rahibe Teresa’nın evini gördük ve gezimizi noktaladık.


Tam 7 gün boyunca Balkanları bir uçtan diğer uca gezdik. Zaman zaman muhteşem manzaralar bize eşlik etti, zaman zaman fakir şehirlerden geçtik. Yürüdük, yürüdük, fotoğraflar çektik. Bazen yağmurda kaldık ıslandık, bazen güneş tam tepemizde bunaldık. Tarihte yolculuk ettik, çeşitli medeniyetlere tanık olduk ve çok lezzetli yemekler yedik. Kısacası yedi gün süren güzel ama bir o kadar da yorucu bir seyahat yaptık. Balkanlara dair güzel anılar biriktirdik...