19 Eylül 2014 Cuma

Kılıç Ali Paşa Külliyesi

Kılıç Ali Paşa, Osmanlı’da Kaptan-ı Derya olmuş önemli denizcilerden biriymiş. Adına bir cami yaptırmak isteyince dönemin büyük mimarı, Mimar Sinan’a yine iş düşmüş. Mimar Sinan, Kılıç Ali Paşa adına Tophane’de bir külliye inşa etmiş. Külliye; cami, medrese ve hamamdan oluşuyor.
Cami, tüm Mimar Sinan eserlerinde olduğu gibi hem zarif hem ihtişamlı. İç süslemelerinde, kubbe yapısında koca mimar sanatını konuşturmuş.

Medrese bölümünü şu an tadillata olduğu için ziyaret edemedik.
Hamam bölümü ise halka açık.
Külliye’nin arka tarafında ise Kılıç Ali Paşa’nın türbesi ve bazı mezarlar bulunuyor.
Külliyeyi iyice gezdikten sonra Tophane’den ayrıldık.

16 Eylül 2014 Salı

O Kurnadan Bu Kurnaya Çirkef Sıçramış

Kırk beş yaşında Adile de Hanım pek de kartlaşmış

Sizden ala çirkef olmaz bey kızı size kalmaz

Hadi ordan Rukiye de Hanım ağzını yırtarım J))

Tosun Paşa filminin bu sahnesi Türk sinemasında en sevdiğim sahnelerden biridir. Hamamda geçer. İki düşman aile, bey kızını gelin almak için birbiri ile atışır. Ne zaman TV de denk gelsem mutlaka seyrederim.
Bu sahne nerden mi aklıma geldi? Söyleyeyim hemen...Karaköy’de epey dolaştıktan sonra Tophane tarafına doğru yürümeye başladım. Amacım koca mimarın eseri Kılıç Ali Paşa camisini görmekti. Kılıç Ali Paşa camisi külliye düzeni içinde yer alan bir cami. Dolayısıyla aynı yerde medrese, hamam gibi yapılar da bulunmakta. Hamamın yanına da bir mağaza açılmış. Bu mağazada hamam kültürü ile ilgili ne ararsanız var.
Doğal sabunlar...
Ponza taşları...
Hamam tasları...
Havlular, peştameller...
Mağazada, şu an ismini maalesef hatırlayamadığım çok güler yüzlü ve kültürlü bir bayan çalışıyordu. Satılan ürünlerin geçmişi ile ilgili tek tek bilgi verdi. Eğer blogumu takip ediyorsa (o gün konuşmuştuk blogum üzerine) bana hem kendi ismini hem de mağazanın ismini hatırlatırsa çok sevinirim.
İşte böyle hamam kültürünü yansıtan bir mağazayı gezdikten sonra zihnim beni Tosun Paşa filminin hamam sahnesine götürdü. Dilimdeki melodi; o kurnadan bu kurnaya çirkef sıçramış...

11 Eylül 2014 Perşembe

Dem Cafe’de Demlendim, BrandZoo’yu Keşfettim...

Benim çayla daha doğrusu siyah çayla aram yoktur. Ne kahvaltıda içerim ne de gün içerisinde. Bitki çaylarını ise severim ama onu da kışın tüketirim. Yaz günü öyle sıcak sıcak çay içmek pek bana göre değildir.

Karaköy gezim esnasında Dem Cafe diye bir yere rastladım. Hem biraz soluklanmak hem de soğuk bir şeyler içmek için içeri girdim. Meğer burası onlarca çeşit çay yapan bir cafeymiş. Menüde soğuk çay çeşitleri de bulunuyordu. İçlerinden bir tanesini denedim.
Denediğim çay lezzetliydi, ortam da güzeldi. Fakat ben böyle bir ortamı daha çok kış aylarına yakıştırdım. Hani soğuktan iyice üşürsünüz, eller-yanaklar kıpkırmızı olmuştur, bir koltuğa yayılıp sıcak bir şeyler içmek istersiniz ya işte bu noktada Dem Cafe ideal bir yer olabilir. Bir sürü değişik aromaya sahip çaylar mevcut. Aynı zamanda çay satışı da yapılıyor.
Burada biraz demlendikten sonra Karaköy’ü gezmeye devam ettim. Bu esnada BrandZoo diye bir dükkanı farkettim.  Dışardan çok küçük görünen dükkan, 4 katlı ve çeşit yelpazesi oldukça geniş.
İçeri girince ilk dikkatimi çeken şey aşağıdaki fotoğrafta görünen küpeler oldu. Hepsi birbirinden ilginç şekilde tasarlanmış, çok güzel aksesuarlardı.
Hemen alt rafta ise siyah-beyaz ve rengarenk çeşitlerde, farklı desenlerde üretilmiş çoraplar bulunuyordu. Bu çoraplardan dayanamayıp aldım J
Biraz ilerleyince el yapımı bebekler dikkatimi çekti, çok sevimli duruyorlardı...
Ayrıca baskılı, rengarenk heybeler de bulunuyor...
Raflar arasında ilerlerken (her rafta epeyce takıldığımı söyleyebilirim) peştamallere rastladım. Peştamellerin üzerindeki desenlerin birer öyküsü varmış.
Dükkanda ayrıca özel tasarım kıyafetler de satılıyor. Daha geniş bir vakitte gidip bu kıyafetleri de denemek istiyorum.
Kısacası Brandzoo çok hoş bir dükkan. Tek eksi yönü indirim konusunda hiç yardımcı olmamaları L

9 Eylül 2014 Salı

Karaköy'de Bir Gün

Uzun bir aradan sonra hafta sonu dışarı çıktım. Bu sefer hiç gezmediğim bir semte Kararaköy’e gittim. Karaköy gezim sabah saatlerinde Güllüoğlu’nda börek ile yapılan kahvaltı ile başladı.
Börekleri afiyetle yedikten sonra artık Karaköy’ü arşınlamaya hazırdım. Öncelikle internetten edindiğim bilgiye dayanarak Fransız Geçidi’ne gittim. Osmanlı döneminde, İstanbul’da Fransız tüccarlar yaşarmış. Bu tüccarların satacağı mallar deniz yolu ile getirilir ve bu geçitten geçirilerek Fransız ticaret bölgesine ulaştırılırmış. Dolayısıyla buranın adı Fransız Geçidi olarak bilinirmiş.
Fransız Geçidi kısa bir süre önce restore edilerek şimdi ki zarif görünümüne kavuşturulmuş.
Geçit içinde en çok dikkat çeken mekan Kağıthane mağazası. Ben bu mekanı aslında Nişantaşı’ndan biliyorum. Her şeyin kağıttan yapıldığı değişik ürünler satılıyor.
Neler mi var Kağıthane’de?
Nostaljik defterler...
Bardak altlıkları...
Amerikan servisler... Ben daha evvel Nişantaşı mağazasından bu servislerden almıştım. Firma sahibi İstanbul sokaklarını tek tek dolaşmış ve yeme – içme ile ilgili tüm sokak tabelalarının fotoğrafını çekmiş. Daha sonra da bu fotoğraflar Amerikan servisi haline getirilmiş. Bana çok hoş ve ilginç gelmişti.
Buradan ayrıldıktan sonra ufak bir soluklanma ve soğuk bir şeyler içmek için Dem Cafe’ye uğradım. Bundan sonrası da artık bir sonraki yazıya...

5 Eylül 2014 Cuma

Bak Postacı Geliyor :)

Çocukluğum 80’li yılların sonlarına 90’lı yılların başlarına denk geliyor. Yani mektuplaşmanın hala devam ettiği ancak yavaş yavaş azaldığı döneme...O zamanlar Adana’da yaşayan kuzenimle ayda bir kez birbirimize mektup gönderirdik. Ayrıca bayramda seyranda uzakta olan yakınlarıma kart atardım. Sonra hepsi bitti. Önce telefon sonra da internet önemli iletişim aracı haline geldi. Postacı da artık gelmez oldu. Posta kutumuzdaki mektup ve kartların yerini faturalar ve kredi kartı ekstreleri aldı.

İşte ben böyle geçmişe özlem duyarken postcrossingi keşfettim. http://yasamizi.blogspot.com.tr/2013/12/sonunda-postcrossinge-uye-oldum.html
yazımda postcrossing’den bahsetmiştim. O gün bugündür dünyanın dört bir yanına kartlar gönderiyorum ve yine dünyanın dört bir yanından kartlar alıyorum.

Şimdilerde ise kart gönderdiğim biri ile mektuplaşmaya başladım. Artık Bulgaristan’dan bir mektup arkadaşım var. İlk mektubu yazdım ve gönderdim. İtiraf ediyorum mektup yazmak acayip zor geldi. Hatta bir ara bilgisayarda yazıp, yazıcıdan döksem olmaz mı diye epey düşündüm. Sonra yok canım bu mektup kültürüne ters diyerek elle yazdım J Şimdi de cevabı bekliyorum, bakalım postacı ne zaman gelecek?

1 Eylül 2014 Pazartesi

Havadan Sudan

Bugünlerde nasıl olduğumu sorarsınız  pek keyfim yok şu sıralar :( Ama inanıyorum ki her şey güzel olacak.

Şimdi biraz geçmişe gidicem. Bu yazıyı aslında çok önceleri yazacaktım ama fırsat bulamadım. Mayıs ayı ortalarında kuzenim Meltem İstanbul’a gelmişti. Sahip olduğumuz kısıtlı zamanı Kuzguncuk, Beyoğlu ve Kanyon’da geçirmiştik. Kuzguncuk izlenimlerimden http://yasamizi.blogspot.com.tr/2014/06/kuzguncuk.html yazımda bahsetmiştim. Şimdi de Beyoğlu’nda bakalım neler yapmışız onu anlatalım.

Hatırladığım kadarıyla sıcakların başladığı ilk  günlerdi. Kuzenim ufak tefek alışveriş yapmak istiyordu. Hem bişiler yer içeriz hem de dolaşırız diyerek Beyoğlu’na gittik. İstiklal’de biraz dolaştıktan sonra ise acıktığımızı farkettik. Benim aklıma içli köftesi ile ünlü Sabırtaşı isimli restoran geldi. Daha önce internette duyduğum ama yerini bilmediğim restoranı bir aşağı bir yukarı yürüyerek bulduk. Bulduk bulmasına da bizi neyin beklediğinizi henüz bilmiyorduk. Restoran İstiklal’deki bir binanın en üst katındaydı ve asansör yoktu. Güle oynaya çıktığımız 1-2 merdiven sonrası offf-puff sesleri yükselmeye başladı bizden. En sonunda restorana vardık. Otantik bir şekilde dizayn edilmiş restoran kuş bakışı İstiklal’i görüyor.
Hemen içli köfte siparişimizi verdik. Ben içli köftenin yanında daha önce yemediğim horhor kebabını tercih ederken Meltem mantı söyledi. İçli köftesi çok lezzetliydi. Yemeğimizi yiyip, sohbetimizi ettikten sonra restorandan ayrıldık. Aşağıya indiğimiz zaman kapının önünde bir el arabası beklediğini ve yukarda pişen içli köftelerin burada satıldığını gördük. Sanırım bundan sonra yukarı çıkmak yerine bu el arabasını tercih edicem J