28 Eylül 2017 Perşembe

Geldik Bir Seyahatin Sonuna

Londra’da gün biterken daha gezecek bir çok yerimiz vardı. London Eye’dan ayrılmamızın akabinde istikametimiz Trafalgar Square oldu. Covent Garden aklımda nasıl neşeli bir meydan olarak kaldıysa burası da sanırım kasvetli bir meydan olarak kalacak. Meydanda bir çok anıt bulunuyor. Bunların en önemlisi Nelson anıtı.
Seyahate çıkmadan evvel instagramda Londra’da bir dondurmacı keşfetmiştim. Milk Train isimli dondurmacı ilginç dondurmaları ile meşhur. Hem biraz soluklanmak hem de lezzetli dondurmalarından tatmak için kısa bir mola verdik. Pamuk şekerine sarılmış dondurma nefisti.
Sonrasında bu sefer yolumuz başka bir meydana Piccadilly Circus’ a çıktı. Piccadilly Circus’ın ortasında bulunan Eros, aşk oklarını atadursun biz çoktan ünlü çay evi Fortnum&Mason’a doğru yola çıkmıştık.
Fortnum&Mason envai çeşit çaylar ve çayla ilgili nesneler satan büyük bir mağaza. Aynı zamanda 5 çayları ile meşhur. İşte orada satılan bazı şeyler…
Ve son olarak ünlü alışveriş caddeleri Oxford ve Regent caddelerinden geçerek Marble Arc’a ulaştık.
Böylece kısa seyahatimiz de sona ermiş oldu. Dolu dolu her anı keyif içeren bir seyahatti.
Keşif ve seyahat hayatınızdan eksik olmasın… 

25 Eylül 2017 Pazartesi

Londra Klasikleri

Londra hatta İngiltere ile özdeşleşmiş bir çok yeri 3.günümüze bırakmıştık. Sabahın erken saatlerinde ilk olarak Madama Tussauds’a gittik.
Gişede bilet alırken farklı kombin seçenekleri vardı. Örneğin; Madame Tussauds+London Eye, Madame Tussauds+Sea Life..vs. Zaten London Eye’a da gitmeyi düşündüğümüz için kombin bilet fırsatından yararlandık.

Müzenin girişinde bizi ilk önce Marilyn Monroe selamladı.
Sonrasında bir çok ünlü ve film karakteri ile bol bol fotoğraf çekildik, selfie yaptık.
Tabi ki kraliyet ailesi ile de poz vermeyi unutmadık :)
Ve...Mustafa Kemal Atatürk….
Müzenin sonunda klasik İngiltere taksileri ile hızlı bir yolculuk düzenleniyor. Gezinin en keyifli kısmı burasıydı.
Sonrasında ise 15 dakikalık bir 4D sinema keyfi vardı. Bu kısım da eğlenceliydi.
Genel anlamda Madame Tussauds nasıldı diye sorarsanız “fena değildi” derim. Geçen sene İstanbul’da açılan müzeyi gezmiş ve beğenmiştim. Nedense Londra’dakinin İstanbul’a oranla epey geniş olduğunu düşünmüştüm. Arada çok çok da bir fark yok, bu yüzden biraz hayal kırıklığına uğradım sanırım.

Madame Tussauds sonrası sırada London Eye vardı. Ancak London Eye öncesinde St.James parkına uğrayarak biraz temiz hava aldık.
Ve…London Eye...Londra’ya çok yakışıyor.
Bir tam turu yarım saat sürüyor. O kadar yavaş dönüyor ki en tepesine çıktığımızı sonradan anladık. Yukardan görünen manzara harika. Westminster ve Big Ben en güzel yukarıdan fotoğraflanıyor.

22 Eylül 2017 Cuma

Londra’da Gün Biterken…

Çin mahallesinden ayrılınca bu sefer Covent Garden’a doğru yol aldık. Londra’da en sevdiğin yer neresi diye sorarsanız kesinlikle Covent Garden derim. Neşeli, eğlenceli, cıvıl cıvıl bir semt.
Meydanında ayrıca Apple Market isimli kapalı bir pazar bulunuyor. Bu pazarda çeşitli butikler ve cafeler yer alıyor.
Çoğunlukla tasarım ürünlerin satıldığı apple market hoş bir yer. Ancak fiyatlar biraz tuzlu.

Bu iştah açıcı kavanozlar aslında birer mum.
Minyatür süs eşyaları. Ne kadar hoş değil mi?
Covent Garden sonrası Neil’s Yard isimli sokağa geçtik. Renkli evlerin ve grafitilerin ağrılıklı olduğu sokak çok keyifliydi ama hafta sonu olması dolayısıyla oldukça kalabalıktı. Bu yüzden istediğim rahatlıkta fotoğraf çekemedim.
Artık ayaklarımızda kalan son derman ile istikametimiz Leicester Square… Burası küçük bir meydan. Ortasında Shakespeare’in heykeli var. Heykeli görünce son yıllarda klasik bir tiyatro oyunu seyretmediğimin farkına vardım. Genelde sezonun popüler oyunlarına gidiyorum. Bu sene şehir tiyatrolarında klasik bir oyun sahnelenirse gitmeyi planlıyorum.
Meydanın hemen yanında 4 katlı bir M&M mağazası var. İçine girdiğimiz zaman envai çeşit şeker arasında kaybolduk.
Ve…Günün sonu. Yarın bizi Londra’nın turistik yerleri bekliyordu…

19 Eylül 2017 Salı

Hyde Park, Harrods, Fish&Chips ve Çin Mahallesi

Renkli evlerin arasından ayrılarak Hyde Park’a doğru yürümeye başladık. Hyde park, bir ucundan diğer ucuna 4 km'yi bulan çok büyük bir park. Ne yazık ki tamamını gezme şansımız olmadı. Bizim tercihimiz park içinde yer alan Kensington Sarayı ve Kensington Bahçeleri yönündeydi.
Kensington sarayı bir dönem Lady Diana’nın yaşadığı yer. Girişinde Lady Diana’nın fotoğrafını görmek insanı hüzünlendiriyor.
Sarayın bahçesinde yer alan çiçekler her sene farklı bir temada düzenleniyormuş. Bu sene beyaz… Bunun nedeni de Lady Diana’nın ölümünün 20.yılında onun en sevdiği rengi simgelemek..
Kensington sarayından sonra park içinde yürümeye devam ettik ve gölete ulaştık. Çimlerin üzerine yayılmış insanlar tam bir tembellik modundaydı. Onları görünce kendimi düşündüm. Uzun süre oldu böyle uzun uzun çimlerin üzerine yayılıp, gevezelik etmeyeli. Sürekli bir yerlere yetişme durumundayım. Çalışmadığım aylarda bile kursa git, spora git, alışverişe çık, yeni bişiler dene, yap, koştur halindeydim. En kısa zamanda İstabul’da da böyle bir gün organize etmek ve sadece 1 gün de olsa yavaşlamak istiyorum.
Şimdi Londra’daki koşturmamıza geri dönelim J Hyde Park sonra çok katlı alışveriş merkezi Harrods’un yolunu tuttuk. Harrods, bir çok lüks markayı bünyesinde barındıran epey büyük çok katlı bir mağaza.
İçinde giyim eşyasından, ev eşyasına, mücevherattan kozmetiğe kadar bir çok şey satılıyor. Tabi ki fiyatlar oldukça pahalı. Bir de meşhur maskotu var o da bakınız aşağıda J
Sabahtan beri dolaşmaktan ayaklarımıza kara sular inmişti. Hem biraz dinlenmek hem de acıkan karnımızı doyurmak için Soho’ya doğru yola çıktık. Soho, Londra’nın eğlence ve yeme içme semti diyebiliriz. Burada fish&chips molası vererek biraz dinlendik ve karnımızı doyurduk.
Yemek sonrası yola devam… Bu sefer Çin mahallesindeyiz. Soho’da yer alan Çin mahallesi öyle çok büyük bir mahalle değil. Hepi topu bir sokaktan oluşuyor. Sokak boyunca da uzak doğu yeme içme mekanları yer alıyor.
Gün bitti mi?Tabi ki bitmedi J Günün geri kalanı da bir daha ki yazıya…  

14 Eylül 2017 Perşembe

Notting Hill ve Portobello Pazarı

Sabahın erken saatleriydi… Önümüzde bizi bekleyen uzun bir program vardı. Seyahatlerde en sevdiğim nokta hem ailem hem de seyahat arkadaşlarım planı bana bırakıyorlar. Evet öncesinde çok araştırıp belli bir zaman ayırıyorum, biraz yoruluyorum ama dönüş yolunda onların aldığı keyfi görmek buna değiyor.

Erken saatlerde Londra’nın en güzel semtlerinden birini görmek, Notting Hill’e gitmek için yola çıktık. Internette Londranın tüm ulaşım ağını gösteren bir site var: tfl. Bulunduğunuz yeri ve gitmek istediğiniz yeri yazdığınız zaman site, size hangi metro hatlarını, hangi otobüs numaralarını kullanmanız gerektiğini, aktarmaları, süreleri ayrıntılı olarak veriyor. Bu siteyi kullanarak bir çok yere sıkıntısız ulaştık.

Notting Hill’e gitme amacımız hem o rengarenk evlerin olduğu mahalleyi görmek hem de Cumartesi günleri kurulan Portobello pazarını ziyaret etmekti.
Rengarenk evlerin sıralandığı cadde ve sokaklar boyunca yürürken bir çok hediyelik eşya dükkanına rastladık. Birbirinden ilginç, el emeği ürünlerin satıldığı dükkanlar olduğu gibi turistik hediyelik eşyaların satıldığı dükkanlar da vardı.
Ve portobello pazarı… Beklediğimden daha büyük bir pazardı. Giyim eşyasından, hediyelik ürünlere, 2.el ürünlerden sebzeye, meyveye kadar her şey bulmak mümkün…
Klasik turistik eşyalar…

Bu tabaklara bayıldım. Ama oralardan tabak taşıma çılgınlığı yapamayacağım için bakmakla yetindim J
Börekler, pizzalar kruvasanlar bir sürü yiyecek çeşidi vardı…
Pazarda çok çeşitli yiyecek olmasına rağmen ben pasta hakkımı meşhur bir cafe de kullanmak istedim. Hummingbird Bakery internettte oldukça methi olan bir yer. En popüler ürünü ise red velvet cake. Buraya uğradık ve red velvet cake siparişimiz verdik. Pastadan sadece 1-2 çatal alabildim. Bana göre hem ağır hem de öyle aman aman lezzeti olmayan bir tatlıydı. Bu da demek oluyor ki internette çok şişirilen yerlere fazla güvenmemek gerek. Herkesin damak tadı farklı. 
Notting Hill ve Portobello pazarı sonrası yürüyerek Hyde Park’a geçtik. 

12 Eylül 2017 Salı

Bir Küçük Kaçamak

Geçtiğimiz bayram tatilinde ailece 4 günlük bir kaçamak yaptık. Rotamız Londra oldu. Aslında Londra fikri aklımızda yoktu ve birden bire gelişti. Sonrasında vizeye başvurduk. Öncelikle şunu belirteyim İngiltere vizesi almak inanın çok zorlayıcı. Bir çok prosedürü var. Öte yandan prosedürleri yerine getirirseniz vizenin çıkmasında sıkıntı olmuyor. Yani kulaktan kulağa yayılmış olan İngiltere sürekli red veriyor söylentisi biraz abartı.

Vizenin çıkmasının akabinde seyahat rotası oluşturmaya başladım. Sanırım seyahate gitmenin en keyifli yanlarından biri onu önceden planlamak ve daha tatile çıkmadan o heyecanı yaşamak. 3.5 günlük dolu dolu bir program yaptım. Sanırım biraz fazla dolu yapmışım ki tüm programı uygulayamadık, yine de çok keyifli bir seyahat oldu.

Londra’da ilk durağımız London Tower yani Londra kalesiydi. Hava da şansımıza günlük güneşlikti. Böylece kale çevresinde gezmeye, yayılmaya çokça imkanımız oldu.
Londra Kalesi sonrası ise Tower Bridge’i gördük.
Ardından Buckhingham sarayına doğru yola çıktık. Buckingham edindiğim bilgilere göre dışardan gösterişsiz ama içi de buna tezat çok şaşalı bir saraymış. Maalesef içini gezme şansımız olmadı. İçi, kraliçenin 1 aylık yaz tatili için saraydan ayrıldığı dönemlerde ziyarete açılıyormuş.
Buckingham sarayı önünde ki meydan…
Böylece Londra'da ilk günümüzü tamamladık. Yarın bizi dolu dolu bir gün bekliyordu.