29 Kasım 2013 Cuma

Woody Allen Filmleri

Bir kaç sene evvel, izlecek bir film ararken Annie Hall filmi karşıma çıktı. Sinema eleştirmenleri tarafından olumlu görüşler almış bu filmin yönetmeni, senaristi ve başrol oyuncusu Woody Allen’dı. Böylece Woody Allen ile ilk tanışmam gerçekleşti. Film abartıldığı kadar güzel olmasa da izlemeye değerdi. Daha sonra yine yönetmenliğini Woody Allen’ın yaptığı Barcelona Barcelona’yı seyrettim. Eh bu film de fena değildi. Ancak anladığım şu oldu: Woody Allen filmleri çok da benim tarzım değildi.

Yazın ara verdiğim film seyretme serüvenim havaların soğuması ile yeniden başladı. İzlenecek doğru düzgün bir şey bulamayınca da yine Woody Allen filmlerine kaldım J Peş peşe iki filmini seyrettim; Paris’te Gece Yarısı ve Roma’ya Sevgilerle.

Paris’te Gece Yarısı muhteşem Paris görüntüleri ile süslenmiş bir film. Konusu da ilgi çekici sayılır. Filmi seyrederken keyif aldım ama mükemmel bir film mutlaka izlenmeli diyeceğim filmlerden değil.

Roma’ya Sevgilerle ise aynen diğer film gibi adını aldığı şehrin yani Roma’nın harika görüntülerini içeriyor. Filmin bir çok yerinde daha önce yapmış olduğum Roma  seyahatimi anımsadım. Oyunculuklar da oldukça başarılı zaten filmdeki bir çok oyuncu kendini kanıtlamış ünlü isimlerden seçilmiş. Filmin konusu ise vasat, seyrederken zaman zaman sıkıldığımı söyleyebilirim.
Sonuç olarak eğer bol vaktiniz varsa ve güzel şehir görüntüleri seyretmek istiyorsanız bu iki filmi seyredebilirsinizJ

25 Kasım 2013 Pazartesi

Küçük ama Sinir Bozucu Şeyler

Daha önceki http://yasamizi.blogspot.com/2013/04/mutlu-olmak-icin-kac-sebebiniz-var.html yazımda günlük hayatta karşılaştığımız bazen farkına bile varmadığımız ama bizi mutlu eden küçük şeylerden bahsetmiştim. Bu ufak detayların mutluluğu perçinlediğine inanıyorum. Ancak bir de bunun tam tersi bir durum var. Yani günlük hayatta karşılaştığımız ve bizi sinirlendiren şeyler. Öyle sinirli biri olmama rağmen düşününce bir sürü şey buldum J Ben nelere mi kızıyorum?

1)Arabanın ön koltuğuna 12 yaşından küçük çocuğunu oturtanlara (Bazen yalnız oturtuyorlar bazen de kucakta, insan evladına hiç mi değer vermez anlamıyorum)

2)Yolda yürürken çocuklarını arabaların geçiş yönünde yürütenlere.

3)Elindeki çöpü sokağa atanlara. (Hele bu bir sakızsa ve ayağımın altına yapışmışsa al sana iki kat sinir J )

4)Sokağa tükürenlere (midem nasıl bulanıyor anlatamam)

4)Sokak hayvalarına kötü davrananlara

5)Yüksek katlı binalarda (iş yeri ya da ev farketmez) asansörün kapısını açıp bekleyenlere

6)Öksürürken, hapşırırken ağzını kapatmayanlara

İlk aklıma gelen bunlar oldu. Günlük hayatta karşılaştığımız bu ufak şeyler insanı sinirlendirmeye yetiyor.Peki sizler nelere sinirleniyorsunuz?

15 Kasım 2013 Cuma

Biten Bir Puzzle ve Bitmeyen Bir Kitap

Uzun süre önce aldığım ve bir türlü başlayıp bitiremediğim puzzle nihayet bu hafta bitti. Yazın başlarında kafamı dağıtmak için almıştım bu puzzle ı. Ancak sonraları kafamı dağıtacak  başka şeyler ortaya çıkınca puzzle da odanın bir köşesinde süründü durdu. En sonunda bu hafta tamamladım. İşte 500 parçalık biten puzzle...

Bir de bir kaç haftadır çantamı işgal eden bir kitap var;  Yıldız Yaralanması...Migros’da dolaşırken indirime giren kitaplar arasından seçtim Yıldız Yaralanması’nı. Yazarı Perihan Mağden. Daha evvel hiç Perihan Mağden kitabı okumamıştım. Bir değişiklik olsun dedim ve satın aldım. Kitap aslında okunması kolay bir kitap ancak konu olarak pek ilgi çekici değil. Dolayısıyla 15 gündür ancak yarısına gelebildim. Bakalım bu hafta sonu bitrebilirsem bitirecem artık.  

11 Kasım 2013 Pazartesi

Hafta Sonundan Geriye Kalanlar

Pastırma yazı bu sene İstanbul’da epey sürdü. Geçtiğimiz hafta sonu da bu yazdan nasibini aldı. Cumartesi günü güneşli bir güne uyanmamın ardından kendimi dışarda buldum. Yapılacak bir sürü işim vardı. Sabah saatlerinde Metrocity’deydim. Ardından Cevahir’e oradan da Beşiktaş’ a geçtim. Saat 14.00 olduğunda hala kahvaltı etmemiştim. Bu esnada aklıma Beşiktaş’taki kahvaltıcılar geldi. Buradaki kahvaltıcıları yazın başında keşfetmiş çok da şaşırmıştım. Ihlamurdere caddesinin arka tarafında 2-3 tane sokak yan yana dizilmiş kahvaltı dükkanlarından oluşuyordu. Bu dükkanlar içerisinde yer alan Türev ‘in daha evvel medyada haberlerini görmüştüm. Bunun üzerine burada kahvaltı yapmaya karar verdim.

Türev, küçük bir kahvaltı dükkanı. Yani toplasınız 6-7 masa var. Gittiğimiz zaman tüm masalar doluydu. Bunun üzerine güler yüzlü bir personel geldi ve bizi biraz bekleteceğini söyledi. Ayakta beklerken bize küçük sandviçler hazırlattı, çay ikram etti..vs. Yani karşılama oldukça iyiydi.
Daha sonra boşalan bir masaya geçtik. Burası reçelleri ile meşhur bir mekan. Valla benim kahvaltıda en son aradığım şey reçeldir. Senede bir kez ya yerim ya yemem. Ancak reçelleri bu kadar anlatılınca deneyelim dedik. Dükkanda 20-30 tane reçel çeşidi bulunmakta. Seçtiğimiz kahvaltıya göre 2 tane reçel seçme hakkımız vardı. Ancak biz reçelleri merak edince masamıza bir sürü reçel getirdiler. Masaya konulan kahvaltılıkların hepsi çok lezzetliydi. Fiyat da makuldu. Tıka basa doyarak kahvaltıdan ayrıldık.

 
İstenirse mekandan reçel de satın alınabiliyor. Nerdeyse 15 tane reçel denedim ama damak tadım reçele çok uygun olmadığı için hangisinin güzel olduğuna br türlü karar veremedim. Çilek reçeli klasik diye düşündüm ve bir kavanoz çilek reçeli aldım. 
Pazar günü de güzel vakit geçirdiğim, mutlu bir gündü. Böylece bir hafta sonu daha bitti ve yeni haftaya başladık. Herkese mutlu, huzurlu haftalar...

6 Kasım 2013 Çarşamba

İstanbul'da Saklı Bir Cennet

Bir yer düşünün; içinde yüzlerce çeşit ağaç ve bitkinin olduğu, irili ufaklı göletlerle donatılmış, şehrin tam merkezinde yer alan saklı bir cennet. İşte o yer İstanbul’da Atatürk Arboretumu. Adını ilk duyduğumda bu garip ismi telaffuz edebilmek için epey uğraşmıştım J Atatürk Arboretumu, İstanbul Üniversitesi Orman Fakültesi bünyesinde kurulmuş açık hava bitki müzesi. Bahçeköy’de yer alıyor ve ücretli giriş yapılıyor.

Geçen hafta uzun süredir görüşmediğim bir arkadaşımla buluştum. Arkadaşım bir alışveriş merkezine gidip uzun uzun sohbet edelim dedi. Ancak bu güzel havalarda alışveriş merkezine hapsolma fikri pek hoşuma gitmiyor. O esnada aklıma Atürük Arboretumu geldi. Hadi dedim buraya gidelim. Böylece hem yürüyüş yaparız, hem otururuz hem de sohbet ederiz. Bu fikir ona da uyunca beraber Bahçeköy’e doğru yol aldık.
Arboretumdan içeri girdiğimiz anda yemyeşil bir alan ve küçük bir gölet bizi karşıladı. Göletin etrafına konulan banklarda insanlar oturmuş göletteki kuğuları, ördekleri seyrediyordu.
 
 
Biz de biraz gölet çevresinde takıldıktan sonra yürüyüşe başladık. Arboretum içerisinde yer alan ağaç ve bitkilerin isimleri, geldikleri ülke ve diğer açıklayıcı bilgiler her bitkinin önüne bir tabela konularak belirtilmiş.

Ormanın içine doğru ilerlerken ikinci bir göletin yanından geçtik.

Orman yolu zaman zaman asfalt zaman zaman da toprak yol oluyor. Değişmeyen tek şey var o da yol buyunca solunan oksijen ve toprak kokusu.

Yürüyüş esnasında bizi yalnız bırakmayan dostlarımız da vardı.
Yaklaşık 1 saat süren yürüyüşten sonra arboretumun diğer tarafına geçtik. Orada da üçüncü ve son göleti gördük. Bence göletler içinde manzara olarak olarak en güzel olanı buydu.

Biraz da bu gölet kenarında oyalanıp, fotoğraf çekerek arboretumdan ayrıldık.

1 Kasım 2013 Cuma

Bu Müze Çocuklara mı Hitap Ediyor Yoksa Büyüklere mi? (2.Bölüm)

Son yazımda İstanbul Oyuncak Müzesi’nden bahsetmiş ama yazıyı tamamlamamıştım. Bugün devamını getirelim bakalım.

4 katlı köşkün odalarında gezerken çok farklı oyuncaklarla karşılaşıyoruz. Köşkün en dikkat çeken bölümü 2.dünya savaşına ayrılmış bölüm. Burada Almanlar tarafından üretilmiş, savaş sahneleri içeren oyuncaklar görmek mümkün. Savaş sahnelerinde yaralılar, başına vurularak öldürülen yabancı askerler, cesetler yer alıyor. Oyuncaklar 1933 yılında üretilmiş yani savaş başlamadan tam 6 sene evvel. Hitler bu kanlı savaşa oyuncaklarla hazırlık yapmış diyebiliriz.
Oyuncakların hemen yanında yine savaş döneminde askerlerin ailelerine yolladığı kartpostallar yer alıyor.

Biraz daha ilerleyince çok uzaklardan Japonya’dan bize gelmiş bazı eşyalar görüyoruz. Bu eşyalar Hiroşima’da bombalanan bir okula ait. (Eriyen camlar, bazı okul eşyaları..vs)
Bu kasvetli bölümün ardından çizgi film karakterlerine ait oyuncaklar karşımıza çıkıyor. Daltonlar teslim olmuş, şirinler ise hep bildiğiniz gibi J

Başka bir odada ise 1981 yılında yani Lady Diana’nın kraliyet ailesine gelin olduğu senede üretilmiş bir Diana bebeği göze çarpıyor.
Daha sonra camlı bir bölümde bir Türk bayrağı görüyoruz. Bu Türk bayrağı 1971’de aya giden uzay aracının içindeki bayrakmış.
Müzenin alt katında (cafenin bulunduğu kat) ise nostaljik bir bölüm yer almakta. Burada dünden bugüne Coca Cola standı, tipi tip sakızlar gibi artık günümüzde olmayan markaların ürünleri yer alıyor.